25 Nisan 2014 Cuma

ANKARA HİKAYELERİ: 1- Dokunmak Üzerine



Dokunmak en insani duygulardan biridir. Her kelimenin evrensel bir anlamı vardır. Birisine bilmediği bir kelimenin anlamını anlatabilirsiniz. Yaşadığınız bir duyguyu en öznel ve en yalın haliyle tanımlayabilirsin. Aslında hayatta düşünülen, yaşanan çoğu şey sözcüklere, cümlelere ve detaylı paragraflara dönüştürülebilir. Ama dokunuşların yarattığı çağrışımları bir başkasına anlatamaz insan. En temel duygudur dokunmak. Küçükken sıcak bir şeye dokunmadan, elini yakmadan "sıcak" kelimesinin anlamını anlayan biri var mıdır? Yada kara dokunmadan "soğuk" kelimesinin anlamını çıkarabilen biri ?
Bir insanın dokunuşunu asla başka bir insana anlatamazsınız bu yüzden. İki kişi arasında sıkışıp kalan bir sır gibidir dokunuşları. Bir kelimeye, bir dile, bir sese, bir heceye ihtiyaç duymadan durumları en yalın haliyle anlatır. Herkesin dokunuşu farklıdır. Teninizde bıraktığı iz, koku farklıdır. Hiçbirşeye benzemez. Ne unutabilirsiniz, ne de yerine bir başkasının dokunuşunu koyabilirsiniz. Zaman geçer, yüzler, isimler, verilen sözler unutulur ama dokunuşlar hep teninizde kalır.

Aslında çoğu başlangıçlar ufak bir dokunuşla başlar, ufak bir dokunuşla biter. Bebeklerin gördükleri herşeye dokunmak istemeleri bu yüzdendir. Ayaklanıp, parklarda ve bahçelerde koşmaya başladıklarında ise gördükleri ilk güzel çiçeği koparır ve küçük avuçlarının içinde dokunarak severler. Dokunmak tanımaktır.

İnsanlar kadar şehirlerinde bir hafızası bir dokunuşu vardır. Bu yüzden dışarıdan gelen insanların çoğu Ankara'yı sevmez. Ankara'dan İstanbul'a gidenlerde İstanbul'u sevmez çoğu zaman. Her şehrin bir dokunuşu vardır kişi ile şehir ışıkları arasında saklı. Bir Ankaralı ne kadar dil dökerse, ne kadar gezdirirse gezdirsin, karşısındaki insanın bu şehri sevmesini sağlayamaz. Evvela o insanın şehirle bir temas etmesi gerekir. İlk dokunuş- ilk temas çok önemlidir. Şehrin elleri, güzel ve uzun parmakları yoktur ama insanları vardır. Bir insana burayı sevdirmek istiyorsanız ona bir hikaye vermeniz lazım. Bir kitabın sayfaları ancak dokunularak çevirilir çünkü.

Büklüm sokağın sonundan Kızılay tarafına doğru yürürken bütün hayatın kısa bir özetini yapmaya çalıştım, imla hataları yaptım, kelimeleri atladım, düşük cümleler kurdum. Kendimi bu kadar yalnız hissetmemin normal olmadığını düşündüm. Hayatıma beni sevdiğini söyleyen onlarca kadın girmiş, onlarca kadın çıkmıştı. Ama genede bu yalnızlık duygusu bitip bilmeyen bir kepek problemi gibi omuzlarımda asılı duruyorudu. Bana gerçekten dokunan kadınları düşündüm, gerçekten biri bana büyük bir tutkuyla, aşkla ve bağlılıkla dokunmuş muydu? Yoksa "beni sevdiğini" söylemiş olmaları bana yeterli mi gelmişti, ayrımını yapamıyordum.

Atatürk bulvarına geldiğimde düşünceler kafamda kalın duvarlar örmeye, içeride büyük bir ev inşa etmeye başlamıştı bile. Caddede hiçbir araba olmamasına rağmen bütün trafik lambaları kırmızı yanıyordu. Yaşadıklarımı düşündüm. Acılarını överek bir modern zaman mağduru olmaya çalışmak gibi bir çabam yoktu. Sadece gördüklerimi, duyduklarımı ve yaşadıklarımı insanlara anlatmaya çalışıyordum. İnsanın kalbi bazen uçsuz bucaksız bir okyanus kadar derin ve sonsuz, bazen ise dört duvar bir hücre kadar dar ve boğucudur. Sözcükler, onu özgür kılar, sözcükler onu tutsak yapar. Bazen mutlu olmak koşullardan daha çok şansa bağlıdır.

Bu sebepten Ankara'da yaşadığım için kendimi şanslı hissediyordum. Belkide bana gerçekten dokunduğunu hissettiğim tek şey olduğu için bu şehre bu kadar bağlıydım. Kıçımı kaldırımlarına dayadığımda kendimi evimde hissettirdiği için, İstanbullu birine kelimelerle bu şehri anlatamadığım için seviyordum. Yüksek caddesine geldiğimde etraf hafif kalabalıklaşmıştı. İşportacılar tezgah açmış ürünlerini pazarlıyorlardı. Yolda yürüyecek yer bırakmamışlardı ama insan bir yolunu buluyordu hayatta ileriye gitmenin. Yüksel caddesinin ilerisindeki banklarda birkaç adam oturmuş gazete kağıdına sarılı biralarını içiyorlardı. Yoluma devam ederken neyin yanlış olduğunu düşündüm. Nerede yanlış yaptığımızı,... Cevabı bulamadım.

Eve geldim, filtre kahvemi hazırladım, Pilli Bebek şarkılarını açtım ve bu yazıyı yazmaya başladım. İnsan nereye gideceğini bilemediğinde hep ileriye gider, arada bir geriye dönüp bakar. Bu yüzden enime baktım, üzerinde kalan dokunuşlara, kokulara. Her biri eşsizdi bu yüzden yazılmaya, resmedilmeye değerdi.

Bu sebepten Ankara'ya ait bu hikayeleri yazmaya karar verdim.

İstanbullulara ve diğerlerine bu şehri sevdirmek için...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder