28 Eylül 2014 Pazar

ANKARA HİKAYELERİ: 4-Küçük Siyah Balık



"Kadınlar ile ilgili yapılabilecek üç şey vardır. Onu sevebilir, onun için acı çekebilir ya da onu edebiyata çevirebilirsin. "

                                                                                                                          Henry Miller



Ankara'nın gri kaldırımlarının üzerine serin bir Eylül akşamı çökmek üzereydi. Yüksel caddesindeki kaldırımlara oturmuş etrafı seyrediyorduk. Kırmızı her zamanki gibi bakışlarıyla bir noktaya odaklanıyor, bir süre oraya baktıktan sonra nedensiz tekrar doğru yüzüme bakıyordu. Başkaları ile benim aramdaki benzerlikleri&farklılıkları mı ölçüyordu bilmiyorum. Bir süre köşe başındaki çiçekçiye doğru uzun uzun baktı ve

"Zamanı neden geriye alamayız" diye sordu.

2006 yılındaydık, Kırmızı ile hayatımın en güzel yazını geçirmiştim. Uzun, koyu kumral ve omuzlarının altına düşen saçları vardı Kırmızı'nın. Bu saçların aydınlattğı yıldız ışığı altında ise iki ela göz ve yuvarlak hatlara sahip karakteristik bir yüz. Hani size tanıdığınız bir başkasını anımsatmayan, sadece Kırmızı'ya  ait ince, detaylı ve zarif yüz hatları. İçimden bir ses bu güzel günlerin bir daha asla geri gelmeyeceğini, 2006 yazının benzerinin bir daha asla yaşanmayacağını söylüyordu. Bu yüzden Kırmızı'nın bana sorduğu soruyu kendime soruyormuşcasına ciddiye aldım. 

"Bilmem." dedim önce, asıl cevaptan önce vakit kazanmak isteyen her insan gibi. "Zaman değişimlerin toplamıdır. Değişimleri geri alabilir misin sen?" 

"Bilmem. Alabilir miyiz? " 

"Ben almayı denedim, olmuyor." dedim sol elimi sağ elimin içine saklayarak."Ay batmasaydı ve güneş doğmasaydı zamanı nasıl ölçerdin?" 

"Mesela senin sakallarının uzama süresine göre bir skala oluştururdum" dedi gülümseyerek. 

" İleriye doğru bir adım atman bile bir değişime yola açar." dedim "Bir geri adım atarsın ve zaman gene senin etrafında evrilir." 

"Peki ya dursam, ne ileri ne geri gitsem?" 

"Kalbin durmaz bu sefer. Alıp verdiğin her nefes saçlarına dolanan rüzgarı büker, şekillendirir ve uzaklara taşır." 

"Zamanı durdurmanın yolu yok mu?" diye sordu Kırmızı. Ansızın terkedilen insanlarındandı Kırmızı,  en ummadığı anda çekip gitmişti birileri, eksikti o aralar, eksik bırakılmıştı, ben gibi. 

"Terkediliğinde zaman durur bak." dedim. İnsanlar tarafından yarı yolda bırakılma konusunda tecrübeliydim. "Fiziksel zamanı saatle ölçebilir insan. Ama aslında insan zamanı saatle değil, kendi gördükleri yaşadıklarıyla ölçer." 

"Bak mesela, aynı hatayı tekrar tekrar yaptığında bir adım ileriye gidemediğini düşünür insan. Yıllar önce seni nereye bıraktılarsa orada olduğunu düşündürtür olan biten herşey." 

"Aşk acısı çektiğinde ise içine bir acı yerleşir. Gitmez öyle kolay kolay. Zaman değişimdir. Değişim olmadan zaman ne ileriye akar ne geriye. Bu yüzden kalbinin içine bakarsın böyle anlarda. Hala birine karşı bitmeyen bir aşk var mı yok mu diye. Ama her göz göze geldiğinde o acıyla, zamanın havada asılı kaldığını anlarsın. Sonra bir süre yerlerde sürünürsün, saçmalarsın, normalde yapmacağın şeyler yapar, birşeyleri bozar sonra tekrar düzeltirsin. Günler geçer, aylar geçer ve mevsimler değişir. Sonra tam zaman tekrar akıyor dersin ki yolda bir yerlerde karşılaşırsın seni yarı yolda bırakan insanla. Bir bakmışsın ki kalbinin içinde değişen bir şey yok. Kişisel zamanın hala onun seni bıraktığı yerde, günde, saatte takılı kalmıştır. Zaman onun için akmıştır. Hayatına devam etmiştir, sen edememişsindir. Bir değişim olmadığı için zaman yolda gördüğün herkes için akarken senin için akmamıştır."


"Benim içinde akmıyor şu an." dedi Kırmızı. 

 Akmadığını biliyordum. Bu yüzden Kırmızı'ya arkamı dönüp gidemiyordum. Kısa zaman olmuştu onu tanıyalı ama sanki doğduğum günden beri yanımdaymış gibi hissediyordum. Onunlayken garip bir güven duygusu etrafımı sarıyordu. Aramızdaki münasebet oldukça açıktı. Ben ona bir yılı geçkin bir süredir aşıktım. Bir yıl önce tam şu an oturduğumuz yerde görmüştüm onu. Sevgilisi olduğu için tanışamamıştım. Bir yıl sonra sevgilisinden ayrılmıştı ve tanışabilmiştik. İçten içe hafif bir suçluluk duygusu hissediyordum bu yüzden. Onun bana karşı ne hissettiğini asla bilemedim. Ne arkadaşıydım ne de sevgilisi. Öylesine görüşen iki insandık. Ama bir yandan "Öylesine" kelimesinin derin anlamlar taşıdığı bir cümlenin öznesiydik. 

 Bu yaşıma kadar hayatıma giren sadece iki kadının zekasına hayran kalmştım. Kırmızı  bu insanların ilkiydi. İnsana düşünmediği şeyler düşündüren, görmediği şeyleri görmesini sağlayabilen bir aklı vardı. İçtenliği zekasından geliyordu. Diğer insanların aksine duyumsamak için yaşamıyor, yaşadığı için bir şeyleri duyumsuyordu. Bazen içimden "keşke Kırmızı'ya aşık olmasaydım, arkadaşım olsa, hep yanımda kalsa." diyordum.


"Zaman akmaya devam edecek yani" dedi Kırmızı. 

"Akacak." dedim "Umarım kıyıya vurduğumuzda nehir akıntısı beni senin çok uzağına atmaz"

"Umarım" dedi. Ayağa kalktık, yürümeye başladık. İçimden bir ses bunun son yürüyüşümüz olduğunu söylüyordu. Kırmızı bundan sonra hayatımda olmayacaktı. Bu his neden gelip içime yerleşmişti. Yıllar sonra o gün "A"nın beni hayatından çıkardığını anladığımda da aynı tanıdık his gelip içime yerleşmişti.

"Bana kocaman pörtlek gözlü siyah balıklardan alsana Özgün?" dedi Kırmızı. "Zamanı onun büyümesiyle ölçelim birlikte"

"Olur" dedim Kırmızıya, küçük siyah balıkların ömrünün kısa olduğunu bildiğim halde.