“Dear A, at
what speed should i live to see
you again ?”
Bazı kelimeler, cümle
içerisinde kullanıldığında anlam kazanır. Bazı cümleler ise onları heceleyen
bir sese sahip olduğunda hayat bulur. Bu
yüzden “A”nın dilinden düşen kelimelerin
hepsi hayata dairdi ve hayat doluydu.
“A” kaldırım çizgilerine basarak yürürken biraz önceki cümleyi Türkçe düşünmeyi
denedi. Ama anlamı havada asılı kaldı. Başka bir dilde söylenmiş bir cümlenin
anlamı, bir başka dile geçildiğinde anlamsız ve karşılıksız kalıyordu.Sanki
cümlenin etrafı ipek bir koza ile
çevrilmişti ve cümle, sadece yazıldığı dilde telafuz edilirse, başkalaşım
geçirerek kanatları rengarenk olan bir kelebeğe dönüşebilecekti.
“A” adımlarını sıklaştırarak yürümeye devam etti. Yürürken cadde üzerindeki
apartmanlara asılı ilanlara baktı. Yüzlerce dil kursu vardı. Zihni bu savunmasız anını yakaladı ve ve Dünya
üzerinde konuşulmakta olan 3500’e yakın dili düşündü. 3500 dilde söylenmiş ve
birbirine çevrilemeyecek onlarca cümleyi düşündü. Aynı anlamı ve aynı duyguyu başka dillerde
veremeyecek onlarca cümle için yas tuttu.
A hayatının büyük bir bölümünde kendini doğru şekilde anlatamama korkusuyla
yaşamıştı. Sorun seçtiği kelimelerde, her bir duyguyu en ince ayrıntısına kadar
belli eden mimiklerinde veya gülümsediğinde açan gamzelerinde değildi. Sorun
düşündüğünde dudaklarını içeriye doğru hafifçe bükmesinde, bir soru sorduğunda
başını hafifçe öne ve sağa doğru eğerek konuşmasında veya şaşırdığında
gözlerini açarak gülümsemesinde hiç değildi. Sorun konuşurken sıklıkla el hareketlerini kullanması ve
parmaklarının ince, uzun ve şekilli olması değildi. Hatta baş parmağının, diğer
parmaklarına kıyasla daha uzun olmasının da bununla hiç alakası yoktu.
Sorun insanoğlunun konuştuğu 3500 dilin hiçbirinin A’nın yüz hatları kadar
zengin bir kelime dağarcığına sahip olmamasındaydı. “A” kendini anlatmak istediğinde, kelamını
anlatacak doğru “sözcüğün” icap edilmediğinden dem vuruyordu.
Yolda yürürken “A”’nın ayakkabı bağcığı açıldı. Hani olurdu ya, en sıkı
bağladığınız bağcık hep çözülürdü. Yolun sağında veya solunda, hep sizin yürüdüğünüz taraf kalabalık
olurdu. Yolda hızlı hızlı önüne bakmadan
yürüyebilen onca insan varken hep sizin ayağınız takılır, tökezlerdiniz.
Bunları düşünürken rüzgar “A”nın yanaklarından aktı, kusursuz yüz
hatlarının arasından esip özgürlüğüne kavuştu.
“A”ya göre hayatta yaşanılan hiçbir şey tesadüf değildi.
Ve bu yüzden o akşamüstü kusursuzdu…