21 Ekim 2014 Salı

ANKARA HİKAYELERİ: 5- Şarkı Söyleyebilen Kadınlar



My Dear

Find what you love and let it kill you
Let it drain you of your all. Let it cling onto your back
and weigh you down into eventual nothingness
Let it kill you and let it devour your remains.
For all things will kill you, both slowly and
fastly, but it’s much better to be killed by a lover

Falsely yours “

Charles Bukowski





Tutkuyla yapılan her şey mavi boşlukta silinmez bir iz bırakıyor.  Tatbikat tiyatro sahnesinde, “Mezarsız Ölüler” oyununu izlerken aklımda geçenler kelimesi kelimesine tam olarak buydu.  Erdal Beşikçioğlu oynuyordu oyunda, hayatını tutkusuna adamış bir oyuncu. Parasızlık çekmiş, sıkıntı çekmiş ama ne olursa olsun tutkunun peşinden gitmiş bir insan. Sahnede ona diğer oyuncular eşlik ediyordu. Behzat Ç.’de Behzat’ın kızını oynayan Ayça işkence gören genç bir kızı canlandırıyor. Sahnede konuşurken vücudu titriyor, sesi kırılıyor, ayakları kasılıyor. İşkencenin ne olduğunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Sizi kollarınızdan tutup adeta sarsıyor. Ayça’ya karşı büyük bir hayranlık duyuyorum.
“Böyle bir kadının hayatımda olmasını çok isterdim.” diyorum kendi kendime.
Koltuklarında oturan insanların çoğu aklından;
“Tiyatroda oynamam gerek.” diye geçiriyor. “Aslında yapmam gereken şey bu.”
Ama hepimiz tutkularımızın peşinden gidebilecek kadar cesur değiliz. Memur şehri Ankara’nın memur zihinli insanlarıyız. Bizler seyirci koltuğunda güvenli bölgede kalmayı tercih eden güruhuz. Sahnedekilere imrenerek bakıyoruz çünkü bizde olmayan her şey orada perdenin önünde mevcut; biraz cesaret, biraz tutku.
Eskiyeni’de Yasmin Levy’yi izlerken de aynı şeyi düşünmüştüm. Sahnede bir başınaydı. Uzun siyah saçlı kadının arka fonunda ne abartılı bir sahne dekoru, ne abartılı bir sahne ışığı vardı. Billur gibi duru ve derin bir sesle Katalanca aşk şarkıları söylüyordu. Şarkı aralarında bir sonraki şarkının adıyla birlikte hikâyesini de anlatıyordu. Hikâyesi olan insanlar güzel insanlardır. Hikâyesi olan şarkılar ise daha da güzeldir.  Büyük bir tutkuyla şarkı söylüyordu Yasmin Levy. İnsanı kendine hayran bırakan bir büyüsü vardı bu kadının. Bu kadar içten, bu kadar tutkuyla söylenen aşk şarkılarının arkasındaki yaşanmışlıklar ne olabilirdi ki? Bir aşkı bir şarkı yoluyla bu kadar derinden anlatmak için kaç kere aşık olmak, kaç kere yenilmek, kaç kere aldatılmak, kaç kere sevilmemek, kaç kere sevişmek ve kaç kere düşmek gerekirdi? Tutkusunun peşinden giden her insanın ödediği bir bedel vardır derler. Aşk en büyük tutkudur. Bu yüzden hep en büyük bedeli aşık insanlar öderler. Peki Yasmin Levy kaç kalp kırıklığı yaşamıştı? Yasmin Levy’nin ödediği bedel neydi? Bu sorunun cevabını magazin dergilerinde bulamazdınız.  Bu sorunun şayet bir cevabı varsa, o da bu soruyu soranın kalbinde yankılanan seste gizlidir.  Yasmin Levy,  “Me Voy”’u söyledikten sonra arka sırada duran müzisyenleri tanıttı ve son olarak klarnetçisine dönerek:

 “ Bu şarkı aşık olduğum adama, eşime.” dedi.

O an hayatın garip bir algoritması olduğunu düşündüm. Yasmin Levy’nin sesine karışan o hafif isyanla karışık aşk dolu ses gerçekten kimin için şarkı söylüyordu? Şu an hayatında olan insan için mi? Yoksa geçmişte kalmış bütün yaşanmışlıklar için mi? Belki de gelecekten gelecek biri için söyleniyordu bütün o tutkulu şarkılar. O an bu sorunun cevabını veremedim.  “Sezen Aksu” gibi sevmek diye bir deyiş vardı lugatta.  Bu yüzden günün birinde şarkı söyleyen bir kadına aşık olmaktan çok korktum.
İnsanın başına hep korktuğu şeyler gelir. November Pub’da takıldığımız o Cumartesi gecesi tanıştım Mavi ile. Müzisyendi Mavi. Billur gibiydi sesi. Yıllardır Ankara’da çeşitli yerlerde grubuyla sahne alıyordu. Ankara’nın küçük olması ve müzikle uğraşan her insanın dolaylı yoldan birbirini tanıyor olması tanışıklığımızı pekiştiriyordu.   Kadınlarla tanışma konusunda hiçbir zaman başarılı olmamıştım. Her seferinde ya karşıma çıkan kadınlar çok iyi kalpli oldukları için beni terslememişler, ya da şansım yaver gitmiş, doğru zamanda doğru yerde doğru şeyleri söyleyen insan olmuştum.  Detaylara dikkat eden ve duyduğu-okuduğu şeyleri kolay kolay unutmayan birisiydim. Mavi, barın kenarında oturmuş elinde bira şişesiyle grup arkadaşlarının soundcheck’i bitirmelerini bekliyordu. Saat November gibi bir mekan için daha erkendi ve grubun sahne almasına daha bir saat vardı. Cesaretimi topladım, onun yanına, araya bir tabure boşluk bırakarak oturdum.  Barmenden 50’lik bomonti şişe istedim. Dolaptan çıkarıp kayıtsız bir ifadeyle önüme bıraktı. Hafızama güvendiğimi söylemiştim ve o an aklıma Mavi’nin eski grubuyla yaşadığı ve internette bir forumda paylaştığı bir anı geldi. Ona doğru döndüm:

“Üç yıl önce bugün eski grubunla Eskişehir konserinden dönüyordunuz.”
Mavi varlığımın farkına vararak yana doğru döndü, “Efendim?” dedi. Hiç istifimi bozmadan anlatmaya devam ettim.
“Üç yıl önce bugün eski grubunla Eskişehir konserinden dönüyordunuz. Bas gitaristinizin beyaz bir Golf’ü vardı.  Beş kişiydiniz ve yolun ortasında benzin deposunun kırmızı ışığı yandı. Herkes benzin almanız gerektiğini söylerken sen; “kırmızı ışık yandıktan sonra seksen kilometre daha gider bu araba gençler, rahat olun.” dedin.
Mavi’nin dudakları tanıdık birini görmüş gibi açılarak kocaman bir gülümsemeyi betimledi.
“Sonra yaklaşık kırk kilometre sonra arabanın benzini bitti ve yolda kaldınız.” dedim ikimizinde yüzünde biraz önce açan gülümse tamamlanırken.

“Ben bile unutmuştum bunu. Sen nasıl hatırladın bunu?  Söyle hadi gruptan kim senin arkadaşın?” dedi kocaman kocaman gülümserken.
“Kimse arkadaşım değil.” dedim “ Bende müzikle uğraşıyorum ve aynı zamanda iyi bir müzik takipçisiyim. Beğendiğim grupların forum sayfalarına bakarım.”
“Ama Ankara’ya geri dönebilmenize sevindim.” diye ekledim.
“Ben Mavi.” dedi elini uzatırken, “Gerçi zaten biliyorsundur.”
“Orada dur bakalım. Seninle kişisel ilgilendiğimi kim söyledi, ben grubunla ilgileniyorum.” Dedim alaycı bir ses tonuyla. Tabii haklısın dedi gülümserken.
“Ben B. Ama sen bana Özgün diyebilirsin.” dedim.

Karşımda güzel, akıllı ve yetenekli bir kadın vardı. Konservatuarı bitirdikten sonra memleketine dönmemiş burada müzik kariyerine devam etmeye karar vermişti. Herşey hakkında fikri vardı, kültürlüydü ve hoş sohbetti. İki kahve söyledik. Ortak zevklerimiz vardı ve ikimizde güzel bir sohbetin tamamlayıcısının kahve olduğunu biliyorduk. O, sahneye çıkana kadar ucu hayata dokunan herşeyden konuştuk. O anlattı ben dinledim, ben anlattım o dinledi. Seslerimiz hava boşluğunu doldurdu. Nefes almak için gereken sessizliği bile susturmuştuk sohbetimizle.

Bahçeden içeriye giren grup arkadaşları Mavi’ye el sallayıp onu sahneye çağırdılar. Bir saat hemen geçip gitmişti. “Benim gitmem lazım. Vaktin olursa çıkışta birşeyler içeriz” dedi gülümseyerek. Masada duran telefonumu aldı, numarasını yazdı ve sahneye doğru yöneldi.  Etrafı saran tutkulu sesi duvarlarda yankılandı. Bir aşk şarkısı söylemeye başladı. Bu hikayenin burada bitmediğini ve daha yeni başladığını biliyordum. Olan olmuştu.  Beni asla sevip sevmediğini bilemeyeceğim bir kadına aşık olmuştum gene. 

Acaba Mavi bir sonraki aşk şarkısını kimin için söyleyecekti? 

Bunu asla bilemeyecektim...