4 Temmuz 2014 Cuma

ANKARA HİKAYELERİ: 3- Saçları Kısa Kadınlar




                                                                                                                 


Merhaba A


    Bugün geçen yılın üzerinden akıp giden zamanı saydım. Odamın duvarlarını yokladım önce, atılmış binlerce çentiği saydım. Sonra uzandığım yerden kalktım, yatağımın altına süpürdüğüm hatıralara baktım. Küçükken toplamaya üşendiğim oyuncaklarım gibiydiler. Oynamaktan yorgun düştüğümde uykum gelir, uyumadna önce toplamaya üşendiğim için onları oyuncak sepetine değil, yatağımın altına atardım. Evdeki en güvenli yer yatağımın altıydı çünkü. Görünmeyen canavarlardan korktuğumda oraya saklanırdım. Sevgili A, Benim için çok değerlisin. Bu yüzden hatıraların, sana ait sözcükler, cümleler, nefes alıp vermeler uçup gitsin, hava boşluğuna karışsın istemedim, hepsini bildiğim en güvenli yere sakladım, yatağımın altına. Sabah uyandığımda orada ol istedim, yatağımın altında, hayatımda, günlerimde, haftalarımda, aylarımda ve yıllarımda.

    Yatağın altına eğildim baktım, biraz kurcaladıktan sonra elime ilk gelen hatıraya baktım. Kafe Lins'de oturuyorduk. O zamanlar saçlarını kestirmemiştin. Omuzlarna değen saçlarını çoğu zaman açmıyor, at kuyruğu yapıp arkadan topluyordun. Oysa saçların açıkkende çok güzeldin. İlk çayı normal, ikincisini ise hep açık içerdin. O günkü ruh haline göre parfüm seçer, her seferinde başka bir koku seni bana hatırlatırdı. Ruhunu izdüşümü gibiydi kokular. Her biri ayrı ayrı seni tanımlamıyor, sadece hepsi bir araya gelince bir bütün "A" ediyordu. Gökkuşağı gibi... Gökkuşağını ne sarı, ne kırmızı ne de mavi tanımlardı. Yedi rengin karmaşasının oluşturduğu tek bir renkti gökkuşağı

  Mutsuz olduğunda sufle yerdin. İlk kaşığı iştahla yer, ikinci üçüncü kaşıktan sonra ise bir yandan derdini yumuşak kelimelerle anlatmaya çalışır, bir yandan ise sufleye kaşığını batırıp çıkartarak oynardın. Kelimelerden bağımsız bir hikaye anlatan yüz mimiklerin vardı, her bir kelimenin altını çizen, o kelimeye, o olaya, o anlatışa daha derin anlamlar katan surat ifadeleri.


"Bugün görüşelim mi?" dediğimde hep aynı cevabı verirdin;

"Olabilir"

Bir kelime bir insanın dilinin ucuna ancak bu kadar yakışırdı.


        Yatağımın altına saklanamayacağımı, onun altının sana ait hatıralarla dolu olduğunu anladığım an ev artık o eski güvenirliğini yitirmişti. Dört duvar arasına sığınmakta çözüm değildi artık. İşin kötüsü dün gece seni rüyamda görmüştüm. Üzüntüler ve kederler su yüzeyine çıkmak için en zayıf anımızı kollarlar. Bilinçaltımız bir çöplüktür, tıpkı Mamak çöplüğü gibi belirli aralıkla sıkışmalar yapar ve patlar. İster dünyanın en iri yarı, ister en çelimsiz, sıska insanı olun, rüyalarımızda hepimiz beş yaşındaki çocuklar gibi savunmasısız. Bu duygu patlamaları rüyalarımı mesken edinmişti. Gündüz vakti ne kadar güçlüysem, umursamazsam, gece vakti bir o kadar savunmasız ve çaresizdim. İnsan böyle durumlarda köşeye sıkışan kedilerin nasıl bu kadar saldırgan olabildiklerini anlayabiliyor. Bende öyleydim, gece 3'de Tunalı'dan Kurtuluş'a yürürken "biri laf atsada ağız burun dalsam" modundaydım. Böyle durumlarda medeniyet-görgü kurallarını bir kenara bırakıyordu insan. Ne iş yaptığınızın, hangi siyasi akımın parçası olduğunuz, ne giydiğiniz, ne düşündüğünüz ve en önemlisi ne içtiğinizin hiçbir önemi olmuyordu. Söz konusu ağız burun dalmaksa tüm bunları bir kenara bırakıyordunuz. 

       Eve geldim, dişlerimi fırçalamadan yatağa uzandım, uyumaya çalıştım, olmadı. Seni rüyamda görürüm diye korkuyordum. Gerçek hayatta karşılaşsak işim daha kolaydı, seninle sohbet eder, konuşur, belki bir kahve içebilirdik. Ama rüyalar böyle değildi. Konuşmak istiyordun, konuşamıyordun, dokunamıyordun, uzaktan öylece bakıyordun olanlara. Rüyalarının gidişatını değiştiremiyordu insan.   Aslında dibe vurma sürecim bir günlük bir zaman diliminden ibaret değildi. Son iki aydır hızlı bir şekilde irtifa kaybediyordum. İnsan çok hızlı düşerken, kafası taşa çarpana kadar bunu farkedemiyor. Benimde öyleydi. Düşerken farkedemedim. Oysaki ayağım çok ama çok uzun zaman önce bir taşa takılmıştı.
       

   Her Tunalı'ya gittiğimde karşılaşırız diye Paşabahçeye gidiyordum, sürahilerin bulunduğu rafın arka tarafında bulunan kahve kupalarının durduğu rafın önünde takılıyordum. Seni bekleme yerim orasıydı. Hem dükkanın girişini görüyor, hemde arka tarafını kolaçan etmene olanak sağlıyordu. Çalışanlar tarafından her seferinde dükkana girip eli boş çıkan müşteri kategorisine sokulmamak için
birkaç parça bardak bakmaya karar verdim. Kafe Sardunya'da meyveli şarap ikram ettikleri bardakların benzerlerini arıyordum. Günün birinde evim olursa bu bardaklardan alacağım demiş, ama her seferinde bu alım işini ertelemiştim. İki mavi, iki şeffaf, üç de açık turuncu bardak aldım. Sonra yan reyona gözüm çarptı. Küçük rüzgar gülleri vardı. Rüzgar güllerinin her bir kanadı, içli ve dışlı, farklı renge boyanmıştı. Tek başına baktığında yaprakları yedi renge boyalıydı. Üflediğinde rüzgar gülü dönüyor, döndükçe yedi renk bir araya gelerek tek bir renge dönüşüyordu.Laçin ve İlksen ile bestekardaki Retrox'da buluşacaktık. İki tane aldım o rüzgar güllerine, bardakların yanına, sepete attım. Sonra tam kasaya giderken döndüm ve üçüncü bir rüzgar gülü aldım. Laçin ve İlksen dövme bakmaya, sokağın başındaki dövmeciye gitmişlerdi, bir on dakika daha yoklardı. Mekana oturup bir bomonti filtresiz söyledim. Bu aralar beni kahveden sonra mutlu eden tek içecekti. Arkadaşlarımı beklerken mekanı izlemeye koyuldum. Nispeten hareketsiz bir Pazar günüydü, Ankara sokakları tatile giden insanlar ve ramazan sebebiyle tenhalaşmıştı. 


Retrox pek dolu sayılmazdı. Dört beş masa doluydu sadece. Oturduğum masanın iki yanında bir çift oturuyordu. Çocuk yirmibeşlerinde gösteriyordu. Tipi, tarzı ve konuşması abartısız götüme benziyordu. Kızın yeşil gözleri ve kömür rengine boyanmış saçları vardı. Saçlarına güneş vurduğunda morlu, mavili ışıklar yayılıyordu etrafa. Onlara baktım, biramdan bir yudum aldım. Çocuk kızı mütamadiyen ses çıkara çıkara öpüyordu. Biramdan tekrar bir yudum aldım, acaba şu an dünyada kaç çift öpüşüyordur diye düşündüm. Sinirlerim götümde atıyordu, bu yüzden herkese atarlanma hakkım olduğunu düşünüyordum. "Sevişmeyin lan" diye bağırmak istedim bir an. İnsan üzgün olunca bütün medeniyet kurallarını unutyor. Benimde içimdeki "küçük faşo" uyanmış, adeta bir arka mahalle dallamasına dönüşmüştüm. Sonra bir yudum daha aldım biramdan. Yolun ucunda arkadaşlarımın geldiğini görünce sakinleştim. 


L, koluna yaptırmayı planladığı dövmenin eksizini gösterdi, güzel olmuştu. Paşabahçe torbasındaki rüzgar güllerini gördüler, "Bize mi aldın?" dediler "Evet" dedim. 

"Çok mutlu oldum" dedi L. L öyle bir insandı. Mutlu olunca yüzünden anlardınız. Öfkeside mutluluğada dolayısz ve içten olan sayılı insandan biriydi. Değerli bir arkadaştı benim için.

Sonra torbadaki üçüncü rüzgar gülünü gördü L. "Onu kime aldın?" diye sordu.

 "A"ya aldım diyemedim. Rüzgar güllerinin ve gökkuşağının seni bana hatırlattığını bilmiyorlardı çünkü. O hediyeyi sana asla veremeyeceğimi bilmiyorlardı çünkü. Asla veremeyeceği bir hediyeyi alacak kadar ilginç biri olduğumu düşünsünler istemedim. "A"'ya aldm diyemedim, kendime aldım dedim.

     Eve geldim, rüzgar gülünü balkona, salondaki çalışma masasındanda görülebilecek bir yere astım. Rüzgar esti, evime sen geri gelmişsin gibi hissettim. Sonra esen rüzgar kesildi.  Dört duvar gene en emniyetsiz yerdi benim için.  İçeride nefes alamadığımı hissettim. İçime çöreklenen büyük bir acı vardı. Bütün dünyaya seni özlediğimi ama beni görmek istemeyeceğini söyleyemiyordum. Hatırlamanın en kolay, unutmanın ise en zor olduğu zamanlarımdaydım. Dışarı çıktım. Kurtuluş parkına geldim. Koşu pistinde bir tur attım. Götümden bile ter akıyordu. Hala içimdeki acıyla karışık öfke, biraz hayal kırıklığı, biraz özlem ve bitmeyen aşk azalmamıştı. Bir tur derken ikinciyi koştum, sonra üçüncüyü, sonra dördüncü derken, onuncu turda yere yığılıp kaldım. Götüm ağzımdan çıkana kadar koşmuştum. Terlemeyen hiçbir yerim kalmamıştı. O an bir melek gelse, "Öldün olum sen, kabul ediyor musun? Hadi gidek mi?" dese, "Hadi gidelim" derdim. O kadar mutsuzdum yani. Hani ölmeyi isteyecek fakat ölmeyi beceremeyecek kadar kötü bir durumdaydım. Mutsuzluğun en derin anlamını yaşıyordum. Eve gittim, zıbardım yattım. Rüyamdan bu sefer seni görmedim. 

       Ertesi gün kendo antremanı vardı. Her seferinde erkenden gelir, dojo'nun önündeki banklara oturur, etrafa bakar, bazen bilgisayarda birşeyler yazardım. Güzel bir kiraz ağacı vardı bankın önünde, baharları o ağaca baktıkça "keşke iyi bir fotoğrafçı olsaydım. " diye geçirirdim içimden. Bir an huzur dolar, rüzgarı hatırlardım.Kılıç kullanmak için boş bir zihin gerekir. Bu yüzden seni düşünmemek için buraya gelmiştim. Belki dayak yersem aklıma başıma gelir diye. Antreman sıcak ve yorucu geçiyordu. Maç sırasında kafama aldığım her darbe beni senin düşüncenden uzaklaştırması gerekirken, daha çok yakınlaştırıyordu. Son kaçış yerimde zaptedilmişti benden habersiz. Zihnimin içindeydin. Seni çok özlemiştim ve bunun için yapabileceğim birşey yoktu. 

          Saçını kestirmeyi hep istiyordun, mutsuzdun, biliyordum. Mutsuzluğunun kaynağı ben olmasam bile zordu buna dayanmak. Birini çok sevince böyle olur. Üzülsün istemezsin. Ama dünya mutluluklarla dolu siyah-beyaz bir film perdesi değil. Aylardan sonra o gün geceyarısı bana mesaj attığında "Seni çok özledim A, Allah kahretsin, seni çok özledim" yazdım, sonra geri sildim. Mutluluğa doyduğumdan, sana ihtiyacım olmadığıdan değil. Aksine sana en çok ihtiyacım olduğu zamandı. Ama seni sevmeyen birine "seni çok özledim" diyemezsin. Onun yerine "neden aradın" dedim. Bir cevap bekliyordum, "seni sevdiğim için" demeni, yada "at ağızlı seni çok özledim o yüzden aradım" demeni. Cevap olarak sadece "öylesine" dedin. Herşey öylesineydi zaten. 

             Bu sabah mail kutumu kontrol ettim, senden gelen bir mail yoktu. Mail kutumdaki "taslak" kutusu sana yazılmış fakat gönderilmemiş doksan dokuz mail vardı. Sana söyleyemedeğim o kadar çok şey vardıki.... Silmek istedim, yapamadım, elim varmadı. Belki günün birinde okursun diye taslakları saklamaya karar verdim.

Sevgili A 

Seni ozledim hic bir dilde anlatamayacagim kadar... Iyi ol lutfen. Seni kirdigim tum zamanlari geri alabilsem ama gucum yok... Ilk defa unutamamaktan korkuyorum. Cok seviyorum seni. Sevmemeye gucum olsa keske..