17 Temmuz 2013 Çarşamba

BÖLÜM 2: KURABİYELER ÜZERİNE





Bir hayalet olmanın en önemli kuralı görünmez olmaktır. Hayalet hayal etmek kelimesinden türemiştir. Belki de hayaletlerin gerçek dünya koşullarına ayak uyduramayıp, peri masallarının ardına saklanmaları bu yüzdendir. Masallar hayal etmek içindir, küçük çocuklara hayal etmeyi öğretirler. Hayal(et)leri herkes göremez. Hayal(et)leri gün ışığına çıkaramazsınız. Fotoğraflarını çekemezsiniz.  Sadece anlatılır durursun onları. Gerçeklikleri hep bir olasılık olarak kalır. Ne eksik ne fazla.  İnsan yalnız kaldıktan bir süre sonra hayaletleri görmeye başlıyor. Etrafında gerçekleri sorgulayacak kimse olmadığında hayal(et)ler ortaya çıkar. Biri gelip senden habersiz odanın ışığını açmadığı sürece orada kalır hayal(et)ler. Hayal etmeye gerçekten başlayabilmek için hayaletleri görebilmek gerekir. Hayatta her şeyin dibine vurmalıdır insan çocuk kalabilmek için.
Sanırım benim dibe vurma sürecim “A”’yı tanımadan önceki zamanlarımdı. Çoğu zaman dibe vurmak için sizin bir şey yapmanıza gerek yoktur. Koşullar, kişiler ve olaylar o kadar kusursuz bir şekilde gelir sizi bulur ki, sobelenmekten başka şansınız kalmaz. Tekrar ayağa kalktığınızda hayal etmeyi baştan öğrenmeniz gerekmektedir.  Hayal etmeyi öğrenmek için hayaletlerle dans edebilmelisiniz. Hayal(et)lerle dansımı bitirdiğimde yanımda “A”’yı buldum. “A” ile hayal etmeyi öğrendim tekrar. Uzakdoğuda bir inanışa göre güzel bir hayal kurduğunuzda gerçekleşmesi için içerisine hayalinizi kattığınız kurabiyeleri yapıp insanlara ikram etmeniz gerekmektedir. Bir insan en çok bir ilişki içerisindeyken hayal kurar. Aslında bir ilişkiyi yaşamak kurabiye yapmaya çok benzer.  İçine sevginizi katmazsanız tadı tuzu olmaz, damağınıza yapışır kalır kurabiye. Hem kurabiye hamurdan yapılır. Hamur ilk başlarda yumuşaktır, hamurun elleri senin ellerine değdiğinde kendini koşulsuz sana bırakır. Sevgide bir hamur gibidir, içine kendinden bir şeyler kattığın sürece istediğin şekli verebilirsin. Eğer yorulur ve hamurun ellerini bırakırsan, hamur bir süre sonra katılaşır, kuruk ve çürür. İnsanlarda çürüyor aslında. İnsanların vicdanları da, kalpleride sevgisiz kalınca çürüyor, katılaşıyor. İşte “A” ile tanışmam kalbimin katılaştığı bir zaman dilimine denk geliyordu. Hayatımda gene hata üstüne hata yaptığım bir dönemdi. Kurabiyenin kıvamını tutturamamıştım ve bu nedenle kalbim kuruyup, katılaşmıştı. Hangi malzemeden çaldığımı düşünüyordum sürekli. Ama cevabı bulamıyordum.  Herşeye ve herkese karşı büyük bir kayıtsızlık durumu vardı. Yılbaşına yalnız girmiştim, aynı gün Almanya bursunu kazandığımı öğrenmiştim. Sevinemiyordum.  Hayat ufak ve tatsız sürprizlerle üzerime gelirken 15 Ocak gecesi gelmişti. Ansızın bastıran yumuşak bir kar gibi kalbime yağmıştı kumral saçlı kızın fikri. Bir yıl önce bir yaz günü kumral saçlı kızın hangi bölümde çalıştığını öğrenmiştim. Bütün bölümlerde tanıdığım olmasına rağmen o bölümde tanıdığım kimse yoktu. İşin kötü yanı bölüm internet sitesinde sadece asistanların isimleri vardı ve fotoğrafları yoktu. Bölüm sitesindeki bütün asistan profillerini sosyal paylaşım sitelerinde tek tek aramış fakat kumral saçlı kızın izine dahi rastlayamıştım. Kader yağmur sonrası ansızın açan güneş gibi kendini sona saklıyor sanırım. 15 Ocak gecesi kumral saçlı kızı düşündüm.  İçime çöreklenip katılaşan o hamurun yumuşadığını hissetim.  Bir sıcaklık geldi, içimde büyüdü ve orada sebepsiz takılı kaldı. Bütün yaşanılanlar bir ip yumağı misali geldi, boğazımı düğümledi.  Şansımı bir kere daha denemek üzere bölüm sitesini açtım, asistan sayfasına girdiğimde siteyi güncellediklerini ve  asistan profillerini eklediklerini gördüm. Kumral saçlı kızın adının “A”  olduğunu öğrenmiştim.  O an onun yüzüne her baktığımda ismiyle ilgili bir tahminim olmadığını fark ettim. O yüzden ismini öğrenmek bir hayal kırıklığı yaratmamıştı. Sitede “A”’nın mail adresi de vardı. Deli cesareti midir, patavatsızlık mıdır yada dengesizlik midir bilinmez 15 Ocak gecesi saat 01.29’da “A” ile tanışmak için yıllardır süren çabalarımı anlatan bir mail yazdım ve ikinci kere düşünmeden yolladım. En azından bir şeyleri bilmeye hakkı olduğunu düşünmüş olmalıyım. Sanırım o zamanlar gönderdiğim mail, ağzı kapalı bir şişeyle okyanusa bırakılan bir mesaj gibiydi. Sabah uyandığında ve ofise gelip elinde kahvesiyle güne başladığında “A”’nın kıyılarına vuran içi mesaj dolu bir şişe olsun istedim belki de.  Sabah bölüme geldiğimde mail kutumu açmaya korktum, Ama mesaj kutumda “A” nın yanıtı duruyordu.  Hayatımda tanımadığım bir insandan aldığım en içten maildi sanırım.  Dışarıda, şehrin üzerine asılı kalmış sevimsiz gri fonu aydınlatacak kadar büyük bir gülümseme yüzümde belirmişti.  İçimdeki katılığın birazda olsa yumuşadığını hissetim. Kahvemi yudumladım ve daha güzel olamayacak bir güne doğru ilerledim.

**

“A” ile ilk kez Beytepe’deki Starbucks’da yüz yüze görüşebilmiştik.  Konuşurken telaşlıydı, bazen kelimeleri yutuyordu. Genellikle benimle ilk kez tanışan insanlar çok hızlı konuştuğumdan ve beni takip edemediklerinden yakınırlar. Sanırım ilk kez bende birinin arada sırada ne dediğini anlayamıyordum. Ama kelimeler dilinin ucundan o kadar hoş bir tınıyla yayılıyordu ki her anlattığı masal gibi geliyordu. Etrafımdaki hayaletleri kovuyor, hayal etmeye teşvik ediyordu. Garip bir duyguydu, o konuşurken biraz hayranlık ve biraz merak dolu gözlerle onu izliyordum. Uzun ve güzel parmakları vardı. Konuşurken yüz hatları dans eden bir resim gibi değişiyordu.  “A” ile yıllardır tanışmaya çalışıyordum. Onlarca sonuçsuz girişimim, bir o kadarda düşünce aşamasında kalan girişim planlarım olmuştu. O kadar çok şeyim vardı ki “A” ya anlatacak. İlk kez tanıştığımızdan değil, sanki yıllardır birbirinin etrafında olan ama konuşmayan iki kişi gibiydik. Belki de birinin varlığından haberdar olmak bile insanı karşı tarafa bağlıyor, güvenmemizi sağlıyordu. Nereden başlayacağımı bilmiyordum.  Yıllarca süren bir maceranın en heyecanlı anı neresidir ki hem? Ben en heyecanlı anının şimdiki zaman olduğunu düşündüğüm için, hızlı çarpan kalbimin ritminin aksine ağır ağır konuşmaya başladım. Bıraksalar saatlerce orada kalabilecek gibiydim. Kahveyi yavaş yudumluyordum bu sebepten.  Otururken tezgahın önündeki vitrine baktım. Çikolatalı kurabiyeler dizilmişti tek tek. Kıvamını nasıl tutturuyorlar diye geçirdim içimden, sonra “A”’ya baktım, cevabı bulmuştum.


                                                          17 Temmuz 2013, Karlsruhe