Bir hayalet olmanın en önemli kuralı
görünmez olmaktır. Hayalet hayal etmek kelimesinden türemiştir. Belki de
hayaletlerin gerçek dünya koşullarına ayak uyduramayıp, peri masallarının
ardına saklanmaları bu yüzdendir. Masallar hayal etmek içindir, küçük çocuklara
hayal etmeyi öğretirler. Hayal(et)leri herkes göremez. Hayal(et)leri gün
ışığına çıkaramazsınız. Fotoğraflarını çekemezsiniz. Sadece anlatılır durursun onları.
Gerçeklikleri hep bir olasılık olarak kalır. Ne eksik ne fazla. İnsan yalnız kaldıktan bir süre sonra
hayaletleri görmeye başlıyor. Etrafında gerçekleri sorgulayacak kimse
olmadığında hayal(et)ler ortaya çıkar. Biri gelip senden habersiz odanın
ışığını açmadığı sürece orada kalır hayal(et)ler. Hayal etmeye gerçekten
başlayabilmek için hayaletleri görebilmek gerekir. Hayatta her şeyin dibine
vurmalıdır insan çocuk kalabilmek için.
Sanırım benim dibe vurma sürecim
“A”’yı tanımadan önceki zamanlarımdı. Çoğu zaman dibe vurmak için sizin bir şey
yapmanıza gerek yoktur. Koşullar, kişiler ve olaylar o kadar kusursuz bir
şekilde gelir sizi bulur ki, sobelenmekten başka şansınız kalmaz. Tekrar ayağa
kalktığınızda hayal etmeyi baştan öğrenmeniz gerekmektedir. Hayal etmeyi öğrenmek için hayaletlerle dans
edebilmelisiniz. Hayal(et)lerle dansımı bitirdiğimde yanımda “A”’yı buldum. “A”
ile hayal etmeyi öğrendim tekrar. Uzakdoğuda bir inanışa göre güzel bir hayal
kurduğunuzda gerçekleşmesi için içerisine hayalinizi kattığınız kurabiyeleri
yapıp insanlara ikram etmeniz gerekmektedir. Bir insan en çok bir ilişki
içerisindeyken hayal kurar. Aslında bir ilişkiyi yaşamak kurabiye yapmaya çok
benzer. İçine sevginizi katmazsanız tadı
tuzu olmaz, damağınıza yapışır kalır kurabiye. Hem kurabiye hamurdan yapılır.
Hamur ilk başlarda yumuşaktır, hamurun elleri senin ellerine değdiğinde kendini
koşulsuz sana bırakır. Sevgide bir hamur gibidir, içine kendinden bir şeyler
kattığın sürece istediğin şekli verebilirsin. Eğer yorulur ve hamurun ellerini
bırakırsan, hamur bir süre sonra katılaşır, kuruk ve çürür. İnsanlarda çürüyor
aslında. İnsanların vicdanları da, kalpleride sevgisiz kalınca çürüyor,
katılaşıyor. İşte “A” ile tanışmam kalbimin katılaştığı bir zaman dilimine denk
geliyordu. Hayatımda gene hata üstüne hata yaptığım bir dönemdi. Kurabiyenin
kıvamını tutturamamıştım ve bu nedenle kalbim kuruyup, katılaşmıştı. Hangi
malzemeden çaldığımı düşünüyordum sürekli. Ama cevabı bulamıyordum. Herşeye ve herkese karşı büyük bir kayıtsızlık
durumu vardı. Yılbaşına yalnız girmiştim, aynı gün Almanya bursunu kazandığımı
öğrenmiştim. Sevinemiyordum. Hayat ufak
ve tatsız sürprizlerle üzerime gelirken 15 Ocak gecesi gelmişti. Ansızın
bastıran yumuşak bir kar gibi kalbime yağmıştı kumral saçlı kızın fikri. Bir yıl
önce bir yaz günü kumral saçlı kızın hangi bölümde çalıştığını öğrenmiştim.
Bütün bölümlerde tanıdığım olmasına rağmen o bölümde tanıdığım kimse yoktu.
İşin kötü yanı bölüm internet sitesinde sadece asistanların isimleri vardı ve
fotoğrafları yoktu. Bölüm sitesindeki bütün asistan profillerini sosyal
paylaşım sitelerinde tek tek aramış fakat kumral saçlı kızın izine dahi
rastlayamıştım. Kader yağmur sonrası ansızın açan güneş gibi kendini sona
saklıyor sanırım. 15 Ocak gecesi kumral saçlı kızı düşündüm. İçime çöreklenip katılaşan o hamurun
yumuşadığını hissetim. Bir sıcaklık
geldi, içimde büyüdü ve orada sebepsiz takılı kaldı. Bütün yaşanılanlar bir ip
yumağı misali geldi, boğazımı düğümledi.
Şansımı bir kere daha denemek üzere bölüm sitesini açtım, asistan
sayfasına girdiğimde siteyi güncellediklerini ve asistan profillerini eklediklerini gördüm.
Kumral saçlı kızın adının “A” olduğunu
öğrenmiştim. O an onun yüzüne her
baktığımda ismiyle ilgili bir tahminim olmadığını fark ettim. O yüzden ismini
öğrenmek bir hayal kırıklığı yaratmamıştı. Sitede “A”’nın mail adresi de vardı.
Deli cesareti midir, patavatsızlık mıdır yada dengesizlik midir bilinmez 15
Ocak gecesi saat 01.29’da “A” ile tanışmak için yıllardır süren çabalarımı
anlatan bir mail yazdım ve ikinci kere düşünmeden yolladım. En azından bir
şeyleri bilmeye hakkı olduğunu düşünmüş olmalıyım. Sanırım o zamanlar
gönderdiğim mail, ağzı kapalı bir şişeyle okyanusa bırakılan bir mesaj gibiydi.
Sabah uyandığında ve ofise gelip elinde kahvesiyle güne başladığında “A”’nın
kıyılarına vuran içi mesaj dolu bir şişe olsun istedim belki de. Sabah bölüme geldiğimde mail kutumu açmaya
korktum, Ama mesaj kutumda “A” nın yanıtı duruyordu. Hayatımda tanımadığım bir insandan aldığım en
içten maildi sanırım. Dışarıda, şehrin
üzerine asılı kalmış sevimsiz gri fonu aydınlatacak kadar büyük bir gülümseme
yüzümde belirmişti. İçimdeki katılığın
birazda olsa yumuşadığını hissetim. Kahvemi yudumladım ve daha güzel olamayacak
bir güne doğru ilerledim.
**
“A” ile ilk kez Beytepe’deki
Starbucks’da yüz yüze görüşebilmiştik.
Konuşurken telaşlıydı, bazen kelimeleri yutuyordu. Genellikle benimle
ilk kez tanışan insanlar çok hızlı konuştuğumdan ve beni takip edemediklerinden
yakınırlar. Sanırım ilk kez bende birinin arada sırada ne dediğini anlayamıyordum.
Ama kelimeler dilinin ucundan o kadar hoş bir tınıyla yayılıyordu ki her
anlattığı masal gibi geliyordu. Etrafımdaki hayaletleri kovuyor, hayal etmeye
teşvik ediyordu. Garip bir duyguydu, o konuşurken biraz hayranlık ve biraz
merak dolu gözlerle onu izliyordum. Uzun ve güzel parmakları vardı. Konuşurken
yüz hatları dans eden bir resim gibi değişiyordu. “A” ile yıllardır tanışmaya çalışıyordum.
Onlarca sonuçsuz girişimim, bir o kadarda düşünce aşamasında kalan girişim
planlarım olmuştu. O kadar çok şeyim vardı ki “A” ya anlatacak. İlk kez
tanıştığımızdan değil, sanki yıllardır birbirinin etrafında olan ama konuşmayan
iki kişi gibiydik. Belki de birinin varlığından haberdar olmak bile insanı
karşı tarafa bağlıyor, güvenmemizi sağlıyordu. Nereden başlayacağımı
bilmiyordum. Yıllarca süren bir
maceranın en heyecanlı anı neresidir ki hem? Ben en heyecanlı anının şimdiki
zaman olduğunu düşündüğüm için, hızlı çarpan kalbimin ritminin aksine ağır ağır
konuşmaya başladım. Bıraksalar saatlerce orada kalabilecek gibiydim. Kahveyi
yavaş yudumluyordum bu sebepten. Otururken
tezgahın önündeki vitrine baktım. Çikolatalı kurabiyeler dizilmişti tek tek.
Kıvamını nasıl tutturuyorlar diye geçirdim içimden, sonra “A”’ya baktım, cevabı
bulmuştum.
17
Temmuz 2013, Karlsruhe