21 Nisan 2013 Pazar

Bu bir durum hikayesi değildir

"Birşeyler yazsana hadi" dedi

"Ne yazayım." dedim.

"Ne istersen onu yaz."

"İyide birşey yazmak istemiyorum ki" dedim kumral saçlı kıza.

"Ne demeye sabahtan beri kağıt kalem elinde o zaman." dedi içkisinden büyükçe bir yudum aldıktan sonra.

"Öyle aklıma birşeyler gelir diye almıştım ama nafile. Bu gece vişne-votka ikilisi bile bana yardımcı olmuyor."

"İlham perilerine birisi tecavüz etmiştir belki." dedi, gülümsedim. "Hiç gülme" dedi bana bakarak. "Baksana etrafına, insanlar kime neye tecavüz edeceğini şaşırdı."

"Sanmıyorum" dedim hafif ciddi bir tonda. Sesime yerleşen bu ciddi ton sohbetten hoşlandığımı fakat bunu karşı tarafa çakırmak istemediğimi söylüyordu. Etrafıma baktım.Düşüncelerim dört duvar arasında sıkışmıştı.

"Jager-enerji denedin mi hiç?" diye sordu kumral saçlı kız, ardından barmene işaret etti masayı. İçkiyi alıp karşımdaki boş sandalyeye oturdu. "Hayatını nasıl kazanıyorsun?"

"Filmlerde kıçı yanarak nehre atlayan adam benim." dedim "Üçüncü sınıf komedi filmleri için figüranlık yapyıorum".

"Senden figüran falan olmaz." dedi başını hafifçe yukarı doğru kaldırarak. "Çok çabuk değişebilen bir surat ifaden yok."

"Allahta beni böyle yaratmış, eldeki mal bu." dedim. Gülümsedi ve sandalyesini masaya biraz daha yaklaştırdı. Jager bardağını havaya kaldırarak kadehime vurdu. İçtik. İçerek unutacağız sandık. Yanılsamalara o kadar alışmıştık ki, ikimizde üç maymunu oynadık. O duymuyordu, ben görmüyordum ve birileri de bilmiyordu.

 Saçlarının ön tarafıyla  oynarken "Yazılarını okumak isterim." dedi. "Olur" dedim yanımdaki sandalyede duran çantama uzanarak kırmızı dosyayı çıkardım. İçerisinden bir öyküyü öylesine seçtim ona uzattım.

"Adını söylemedin." dedim.

"Gereği var mı?" dedi.  "Unutacağın bir adı öğrenmenin gereği yok.Günün birinde senin için bir anlamım olursa, ismimi de sen koyarsın. Ama genede istersen bana "A" diye seslenebilirsin."

"Bana tek bir isimden fazlasını mı vaadediyorsun." diye sordum.

"Evet" dedi "becerebilirsen tabii."

"Beceriksizim ben. Islık bile çalamam hem."

"Islık çalamayan erkek mi olur?" dedi gülerek. "Bak ben bile çalabiliyorum." İki parmağını ufak fakat şekill dudakarının arasına alarak nefes verdi. Bar boştu ve ses içeride yankılandı. Barmen barın arkasından çıkıp "Ne istemiştiniz?" dedi. "Yok bir şey" dedim.

 Barmen barın arka tarafına gittikten sonra kalan votkadan bir yudum aldım. Bazen yalnızlığı seviyordu insan. Kalabalık içinde tek başına varolduğunu hatırlamak. Gariptir A'nın yanında yalnızlığımı tehdit altında hissetmemiştim.

"Sen ne iş yaparsın?" diye sordum. "A" bardağın dibindeki jelibonu pipeti ile yukarıya çıkarmaya çalışıyordu. 


"Anket yönlendiricisiyim ben." dedi. Afallamış bir şekilde dönüp  A'ya baktım.

"Şöyle anlatayım." diye söze başladı A, "Anket yapan şirketler artık sosyal medyadan besleniyor. Artık kimse sokakta anket yapmak için uğraşmıyor, çünkü artık kimse sokakta konuşmuyor. Bu yüzden şirketler netten izlenen videolar ve sayfalar açılmadan önce tek soruluk anketler bırakıyorlar. Ankete verdiğin cevaba göre ise bir sonraki sayfada sana uygun reklamlar çıkıyor.

"Nasıl yani?"

"Şöyle, ankette genellikle üç soru bulunuyor. Birincisi cinsiyetin, ikincisi ise yaş aralığın. Bu sorulara cevap verdikten sonra ise üçüncü, asıl anket sorusu geliyor. Bir örnek vereyim hemen şimdi,
 "Medeni haliniz nedir?"

Sorunun cevabına göre bir sonraki sayfada çıkan reklam değişiyor. Pazarlanan ürün dağılımı ve türü verilen cevaba göre değişiyor.

"Akıllıca bir pazarlama stratejiymiş." dedim. "Ama benim hala cevaplanmamış bir sorum var. Senin yaptığın şey nedir?"

A, dünyanın sahibiymiş gibi içkisinden büyük bir yudum aldı, tadına vardıktan sonra konuşmaya başladı:

" Modern dünyanın kurulmasından beri hırsızlık suç sayılıyor, biliyorsun. Robin Hood zenginden çalar, fakire verirdi. Ama bu çok uzun zaman önceydi. O kadar eski bir zamanda kaldı ki gerçek, efsaneye, efsane ise neredeyse unutulmuş bir masala dönüştü. Ben ne yapıyorum sorusuna gelince, zenginden alıp fakire dağıtmıyorum. Ama zenginin daha zengin olmasını engelliyorum."

"Maaşını kim ödüyor senin?" diye sordum.

"Rakip firmalar" diye geçiştirdi.

"Evet gerçekten Robin Hoodmuşsun" dedim " kıçımın Robin Hood'u". Başım ile duvarın deseneni incelerken bıyık altından gülmeye başladım ve ardından 

" Eğer çocukken Robin Hood anlatıları ile büyümeseydim, adalete olan inancım çok önce yok olurdu." dedim.

"Hala adalete inancın var mı?" diye sordu A. Soru sormaktan zevk aldığı her halinden belli oluyordu.

"Hala" diye cevapladım, "Hala" kelimesi dilimden pişmanlık dolu bir sesle çıkmıştı. "Ama bu aralar, insanların yaptıklarının yanlarına kaldığını düşünüyorum." dedim. "Aksi taktirde sokaklar bu kadar mutlu ve hayatından memnun insanlarla dolu olmazdı."

A, durdu, düşündü ve "Hayatta öngörülemeyen şeyler vardır." dedi. "Şu an mutfak zemininde yürümekte olan bir karıncanın istediği şeyi istiyorsun."

"Karıncalar ne ister ki?"

"Karıncalar yürüdükleri mutfak zemininde  bir fayans sonrasını görmek isterler. Sen görebilir misin bir fayans sonrasını?"

Açıkcası A'nın bana ilkokul düzeyinde bir soru sorması beni şaşırtmıştı. Hem ne oluyordu. Bu masada soruları ben sorardım.

"Görebilirm elbette." dedim.

"Ama sen Tanrının gözünde ufak bir karıncasın." dedi A. "Bir fayans sonra ne olacağını bilemezsin."

"Bir sonraki fayansta adalet vardır belki." dedim.

"Bir sonraki fayansta karınca ayağını burkuyordur belki" dedi A.


Dünyaya bizim baktığımız pencereden bakmıyordu A. Tanrı ile bu kadar barışık olması beni şaşırtmıştı. Yüzünde, gözlerinin içinde "durgun bir savaş" vardı. Gizlenmiş bir hüzün. Arkasında sürüklediği haksızlıklar ve pişmanlıklar birikmişti göz altlarına .

"Gerçekten anket yönlendiricisi misin?" diye sordum "sobe" demeden.

"Sende gerçekten Filmlerde kıçı yanarak nehre atlayan adam mısın?" diye sordu A.

"En azından kıçımın yandığı kısmı doğru" dedim. Gülümsedik karşılıklı. Gülümsememiz bir ömür boyu sürebilecek kadar uzundu. İkimizde gülümsemenin aşk gibi, arkadaşlık gibi çift taraflı birşey olduğunu biliyorduk. Yalnız insan gülümseyemez, her gülümseme bir ortaklık gerektirir ve her gülümsemede ikinci bir kişinin parmağı vardır. Sonra durdu, bardaktan bir yudum aldı. Güneş gözlüğünü masanın kenarına koyarak:

"Birşeyler yazsana hadi" dedi

"Ne yazayım." dedim.

"Anlattıklarımı yaz" dedi. Bende yazdım.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder