5 Aralık 2010 Pazar

Tarçın ve Geri Kalanları

"Söz bu sefer kaçmayacağım." dedim elimle yatağıma uzanan koyu kumral saçlarını okşarken. Korkuyordu. Haklıydı. Daha önceleri  birçok kez kaçmıştım , sırf çok güzel uyuyor diye. 
" İnanayım mı?" dedi ela gözlerini bana dikerek. Sonbahar rüzgarına kapılan bir yaprak gibi titredim. 
"Söz" dedim ufak ama biçimli dudaklarını dudaklarıma değdirerek. 

"Sen içmiyor musun?" diye sordu birlikte seçip aldığımız kadehte kalan yarım şarabı göstererek.
"Beni sarhoş ederek ağzımdan laf alamazsın E. Boşunda uğraşma." dedim muzipçe gülümseyerek. 
"Birşey için uğraştığım yok Ö."dedi kardelen gibi açan gülümsemesi ile karşılık verirken. 

"Neden yazıyorsun?" diye sordu aniden E.  Cevabım hazırdı ama E bu cevabı beğenmeyecekti.
"Götün teki olduğumu unutmak için yazıyorum" 

"Zaten öylesin ama ben gerçek sebebini merak ediyorum." 

"İlkokuldayken herşeyden çok sıkılırdım. Normal çocuklara zevk veren şeyler bana zevk vermezdi. Hem kendimle hemde dünyayla ilgiliydi problemim. Üçüncü sınıftayken ortaokulda o lacivert ceketi giymiş halimi hayal ederdim. Ama nedense o görüntü bana çok uzak ve yabancı gelirdi. Sanki o zamana kadar başıma birşey gelecek ve ölüp gideceğimi düşünürdüm." 

"Sonra ortaokula geçtim,lacivert ceketi giydim. Ölmemiştim. Nasıl olduysa sağ kalmıştım. Ölmekten korkmuyordum. Sadece arkamda hiçbirşeyi yarım bırakmak istemiyordum." 
"Bu yüzden mi insanları çok çabuk hayatından çıkarıyorsun?" diye sordu E, " Günün birinde öldüğünde eksikliğini hissetmesinler diye mi?" 

"Yaklaştın" dedim içimde derin bir acı duyarak. Birine kendimi bu kadar açmak beni korkutuyordu. 

" Küçükken okuduğum kitaplardaki kahramanlara çok özeniyordum . Kendisiyle barışık, etrafında bir sürü kadın olan, hiç birşeyi iplemeyen biri olmak istiyordum. Ama daha orta birinci sınıfta  kızlarla konuşurken heyecanlanan, kekeleyen ve yüzü kızaran biriydim. Ödlek miydim pısırık mı ? Ben ikiside olmak istemiyordum. Kendimle barışık olmak istiyordum."

" Devam et." dedi E, duraksadığımı görünce beni cesaretlendirmek için.
"Kendimi kendime ispat etmek için arabaların vızır vızır geçtiği anayollara kendimi atıp, karşıya geçmeye çalışırdım. Pısırık veya ödlek olmadığımı ilk o zaman anlamıştım." 

"Sorun neydi peki?"  

" Korkuyordum. İnsanların tahmin ettiğimden daha sıkıcı olduklarından. Bu yaşamın bana göre olmadığını düşünerek ölmeyi beklemek istemiyordum. İlkokulda başlayan bu sendromum ömrüm boyunca devam etti. Bugün hala altı yıl sonra  otuz yaşıma geleceğimi düşünemiyorum bile." dedim.

"Bugün doğum günün ama yirmidört oldun" diyerek gülümsedi ela gözlerinin içinde parıldayan yıldızları ile odayı aydınlaratak. 
" Kaçıp gitmek istiyorum" dedim. " Ama nereye gideceğimi bile bilmiyorum. Yaşamımı burada bırakacağım, yazdığım hikayeleri, bestelediğim şarkıları, kalbini kırdığım bütün kadınları, söylediğim yalanları ve yatağımın altına tıkıştırdığım hayal kırıklıklaırnı..."

"Kaçmaya cesaret edemediğin için mi ödleksin" dedi E
"Hayır" dedim " Sırf çok güzel uyuyorsun diye  kaçıp gittiğim için" 

" Lise son sınıftayken kızın tekine kütükleme aşık olmuştum. İçimi acıtacak kadar çok seviyordum onu. Melankolik biriydi.  Günün birinde yolda yürüyorduk. Ölmek istediğini söyledi. Karşıdan karşıya geçecektik, onu benimle birlikte arabaların arasına attım. Korktu. Gerçekten ölmek istemiyorsun sen dedim kandırma ikimizide. "

"İkinci kez o zaman gerçekten ödlek ve pısırık biri olmadığımı anlamıştım." dedim. " Sonradan kendime yeni bir yol buldum." 

"Söyleyecek misin? yoksa burada sessizliğinle ikimizide kıvrandıracak mısın?" diye sordu E. 

"Diğer insanların söyleyemediği, içine attığı şeyleri yazarak kendimi kendime kanıtlıyorum. Öykü yazıyorum, bazende kendi hayatımı... İkisi arasındaki ince çizgideyim ben işte." dedim.

" Günün birinde ölüp gideceğini düşündüğün için beni de mi terk edeceksin?" diye sordu E.
"Arkamda hiçbirşeyi yarım bırakmak istemiyorum." dedim. " Sen benim en güzel öykümsün." 
"Birlikte uyuyalım mı?" diye sordu E.
Tereddüt etmeden "Olur" diye yanıtladım. Yanına doğru uzanarak saçlarının kokusunu içime çektim. 
Teni tenime değdi. 
Artık birbirimize öyküler anlatmak için kelimelere ihtiyacımız yoktu...











24 Kasım 2010 Çarşamba

Üç ayaklı taburenin anıları...

Yağmuru arkada bırakarak, hayat kadar kirli ve yıkık binanın ikinci katındaki bara girdim. İçerisi pek dolu değildi. Balkon tarafında soğuğa rağmen sigara içen bir çift vardı. Ellerinde traş limonlu  yarım biralarıyla sigaralarını büyük bir keyifle içiyorlardı. Kız içeri girer girmez göz ucuyla beni süzdü, sonra sevgilisine dönüp onu yanağından öptü, sadece iki kişi arasındaki bir günahı affetirmek istercesine. Gülümsedim. Gülümsememi görünce yanındakine çaktırmadan o da gülümsedi.


Barın arka tarafında uzun saçlı gözlüklü barmen saman kağıdına basılmış bir felsefe kitabı okuyordu. Bara doğru yöneldim, üç tabureden falsolu olanı, üç artı bir yarım ayağı olan tabureyi seçtim, oturdum. Hayat dengeleri  kurabilmekle  ilgiliydi. Cuma akşamıydı. Kendimi yeterince sanşlı hissediyordum. Yeterince param, anlatılacak yeterince hikayem ve her maceraya yetecek kadar da tutkum vardı...

"Bacardi-kola" dedim barmene, okuduğu kitapta bir sayfadan diğerine geçerken.  İçkimi yudumladım. Sıvı geçerken boğazımı,oradan da midemi yaktı. Ama sonrasında gelen tat  herşeye değerdi. Çantamdan kaderi "yaırm kalmak" olan okunmamış mavi kaplı kitabı çıkarıdm. Afilli kitap ayracını yaprakların arasından çıkarıp masaya bıraktım.

"Chuck Palahniuk" dedi yanımdan gelen ince ve zarif bir ses.
" Kusma Kulübü en vasat kitabıdır." dedim yanımdaki dört ayaklı taburede oturan kadını süzerek. Topuklu bordo ayakkabılaırnın üzerinde biçimli bacakları onun üzerinde ise kısa dar siyah eteği vardı. Dantelli bluzünün sağ omuzu ahenkli bir şekilde açıktı.

"Dövüş kulübünü hiç birine değişmem." dedi kendinden emin bir ses tonuyla. Bu onu olduğundan çok daha seksi kılıyordu.
"Sende sadece filmini izleyip yorum yapanlardan değilsin di mi ?" dedim alaycı bir tonda.
"İşin gerçeği filmi izlemedim bile."
"Bunu duyduğuma sevindim." dedim içkiden bir yudum alarak,vücudumu dikkatlice ona doğru çevirdim. Bu arada üç ayaklı tabure hafifçe sarsıldı. Ben ise bir akrobat edasıyla dengemi tekrar sağladım.

" Gösteriş yapmayı mı seviyorsun" diye sordu adı bilinmeyen bordo topuklu kadın.
" En azından kime gösteri yapmak istediğimi Bilmek isterim." dedim
"Ben F." dedi elini bana doğru uzatırken. Mor ojeleri barın ışıkları altında parladı.
"Bende B" dedim " ve denge kurmak benim işim."
"Neden o taburede oturuyorsun B?" dedi nefesini bana yakınlaştırarak.
"Birini bekliyorum." dedim. " Bana gelene kadar onu, üç ayaklı taburede bekleyeceğimi söylemiştim"
"Neden üç ayaklı tabure peki ?" 
 "Üç ayaklı taburede oturabilmek aşık olmak gibidir." dedim. " Dengen her an bozulabilir."
"Ne iş yaparsın?" diye sordu kız,ardından kendisine bir votka-enerji söyledi.
"Yazarım." dedim .
"Ne yazarsın?"
" Hikayeler."
"Ne hakkında yazıyorsun?" dedi
" Al oku birazını" dedim çantamdan bir tomar kağıt çıkararak. Tanımadığın insanlara hikayelerini okutmak, kendine tecavüz edilmesine izin vermek gibiydi. Kaçınılmaz ise zevk alacaksın...
"Bunlar muhteşem" dedi elinde tuttuğu bir tomar kağıdı sallayarak. "  X  dergisinde kullanmalıyım bunları, tabii dolgun bir telif ücretiyle. Ne dersin?"
" İstediğini yapabilirsin." dedim içkiden büyük bir yudum aralarak genzimden yavaş yavaş geçirdim. Boğazım yanarken yüzüm hafif kızardı.

Umrumda değildi öyküler. Onları sadece akıl sağlımı korumak için yazıyordum, bazende insanlardan saklanmak için.  Pcencereden karanlık gecenin içinde parıldayan yarım aya baktım. Yarısı parıldarken diğer yarısı karanlıkta saklanıyordu.

"Hayatını nasıl kazanıyorsun peki?"

"Herkesin istemeyeceği sıkıcı bir işim var." dedim,  derin kasalarda saklanan bir sırrı ifşa ediyormuşcasına kısık bir sesle.

"Bana gidelim mi ?" dedi  F, nefesini daha da bana doğru yaklaştırarak.  F'yi baştan aşağı süzdüm. Klas bir hatuna benziyordu, gece güzel geçebilirdi. Ama onunla gitmeden önce üç tekerlekli tabureden düşmem gerekiyordu...


F bar masasına bir 20lik kağıt bırakıp, tabureden kalktı. Vücudu kabına sığmayan bir ateş gibiydi, saçları su gibi omuzlarının üzerinden akıyordu. Bakışları üzerime kilitlenmişti. Bu gece aradığı kahramanı bulmuştu. Romanlardaki gibi atletik bir vucudu ve pelerini olmasa bile .

Bu gece onun kahramanıydım... Gecesini kurtarmıştım...


Yarın sabah ise onun hayatında sadece bir hikaye olacaktım.

Tek anlatımlık...

29 Ekim 2010 Cuma

Film Hataları ve Ben....

Film hataları ve ben

Yüksel sokağa açılan metro çıkışındanki kareli duvara yapıştırılmış ilanın üzerine koyu ve büyük puntolarla yazılmıştı. İş hayatımla ilgili her detay ironik bir şekilde karşıma çıkıyordu. Ama burada kullanımı gereği ironi kelimesini biraz çarpıtmış olabilirim. Zira işim herkesin bildiği sıradan işlerden değildir.


Ben dünyaca ünlü online gazete,dergi ve blog sayfalarına film hatalarını bildiren kişiyim.

Hepiniz karşılaşmışsınızdır, görmüşsünüzdür. Ya televizyondaki magazin programlarında, ya da  internetteki çeşitli sinema sayfalarında... Film eleştirileri kısmının hemen altında, röpörtajların hemen sağındaki sütunda...

"Komik film hataları"

başlığı altında.  Dikkatinizi çekmiş midir bilmem ama, genellikle hatalı filmler zamanında birden çok ödül almış yada aday gösterilmiş olanlardır. Ve çoğu son kullanım ömürlerini tamamlamışlardır...

 En yenisi iki yıl önce çekilmiştir... Hepinizin severek izlediği filmlerdir. Çoğu gişe rekorları kırmıştır...Ama unutulup gitmişlerdir...

Prodüksiyon firmaları bir filmin "unutulma" durumununa karşı benim gibi bir hata bulucuyu kiralar.

Konsept oldukça basittir. Film vizyona girmeden çok önce prodüksiyon şirketi beni kiralar. Kısa sürede filmdeki çekim hatalarını bulabilecek en iyi kişi benimdir çünkü ve saat ücretim oldukça makuldur. Film piyasaya çıkar, gişeden belirli bir hasılat elde eder. Film vizyona girip bütün dünyada gösterildikten sonra dvd formatında piyasaya çıkar. :Kapitalizimde herşeyin belirli bir tüketim ömrü vardır ve film endüstrisi de  bu istisnayı bozmaz. Filmin satış ve izlenme rakamları azalmaya başladığında "film hataları" yavaş yavaş internette dolaşmaya başlar. Çoğu insan bu hatalara bakıp geçer ama, bakan insanların en az % 1'i  hatayı filmde kendi görmek ister, ve filmi elinde yoksa satın alıri, veya internetten indirir. İnternetten indirilen veya satın alınan her film telif hakkı demektir. Telif hakkı ise prodüksiyon şirketinin kasasındaki yeşil dolarlardır.  Prodüksiyon şirketi insanların merakını da paraya çevirir...

Yıllık kazancımı soracak olursanız, başka bir iş yapmadan bütün sene aylak aylak gezmemi karşılamaya ve kıyıya köşeye hatırı sayılır bir para atmamı sağlayacak kadar tatmin edicidir.

Size garip gelmiş olabilir bu iş... Ama bana inanın bilmediğiniz daha da garip, hatta çok daha garip işler var.

TW41

Size asla gerçek adını vermeyeceğim bir kulüptür. Sanal ortamda üyelerini toplar. Bu üyelerin çoğu, normal insanların "garip" ve "ilginç" olarak tabir ettiği işlerle hayatını kazanırlar.

Bu kulüpte tanıştığım J ünlü bir firmanın prezervatif test sorumlusudur.

Üretilen her yeni prezervatif türünün 200'e yakın seks pozisyonuna karşı performansını dener. Ücreti dolgundur ama tatmini konusunda birşey diyemeyeceğim.

Bir diğeri ise   L1'dir.

L1  bir nevi "sosyal hizmet" görevlisi gibidir.  Sokakta yolda yürürken ayağınızın takıldığı evsiz dilencidir L1. Vicdanınızı rahatlatmak için cebinizdeki bozuklukların bir kısmını paylaştığınız kişidir. O, sizi daha iyi ve merhametli bir insan yapar vicdanınızda. Geliri işine kıyasla oldukça yüksektir. Sosyal sorumluluklarınızı yerine getirmiş sayılırsınız ona bozukluk verdiğinizde. Nesi olduğunu sormak detaya girmektir insanlara göre, para vermek vicdanı rahatlatmanın en hafif yoludur.

Bundan böyle yolda yürürken L1 yokmuş gibi davranabilirsiniz, görevinizi yerinize getirmişsinizdir.


F ise Lüks Yatak Test Edicisidir. Mesaisi sabah dokuz ve öğleden sonra beş arasıdır. Bütün gün firmaların ürettiği lüks yataklarda uyur ve hepsi hakkında üretim şefine yollamak üzere raporlar yazar. F klas hatundur, ücreti pahalıdır ve her firmayla çalışmaz.

"G"  çevrenizdeki insanların hayatına girerek onları mahveden insandır. Size yardım edilmesi gereken bir insan bırakır. Böylece kendinizi az da olsa "işe yarar"  ve "önemli" hissedersiniz. Anlamsız, önemsiz ve sıkıcı hayatlarınızı monotonluktan kurtarır. G modern zaman azizidir.

Ayrıca meraklı olanlarınız için bir dipnot ; TW41, kulübün gerçek adı değil, lütfen internet arama motolarına TW41 yazınca çıkanları görünce hayal kırıklığına kapılmayın. Kalbiniz kırılsın istemem.

"Film Hataları" yazan afişe tekrar baktığımda sokağa açılan merdivenlerin sonuna varmıştım bile. Yüksel sokağının girişi gene insan kalabalığı rengine bürünmüştü. Gri fonun üzerinde mırıldanan bir arka sesti sokak.
Sokağın girişinde sosyalist ve komünist tayfa eylem yapıyordu. Yıllardır buradalardı. Yıllardır eylem yapıyorlardı. Ama protesto ettikleri değişmiyordu. Hepsi birer kapitalizm karşıtı kahramanlardı !!! Ayaklarında nike ayakkabıları, kıçlarında levis kotları olsada. Emekçiydi hepsi !!! Anne babalarının dişlerinden tırnaklarından arttırdıkları paralarla üniversiteye giderler, yıllarca birinci sınıfta kalırlar ama emekten konuşmaya devam ederlerdi. Yıllar geçtikçe bu modern zaman savaşçıları daha "emekçi" olurlardı. Öyleki yanlarında aksi düşüncenizi belirtemezdiniz. Ya faşist olurdunuz ya cahil. Üniversitede geçen 6-7 yılın ardından bu "kahramanlar", yardıma muhtaç şehir halkını terk edip Amerikalara çalışmaya kaçarlardı.

Yıllar sonra geri döndüklerinde ise :

"Bu gençlikte iş yok" diyeceklerdir...

Eylemin arasına girmemek için yolun sağ tarafına, kaldırım taşları döşenmemiş sokağa döndüm.  Önüme yeşil yelek giymiş bir "Green Peace" savaşçısı çıktı. Klasik söylemlerini duymaktan bıkmıştım ama o , bunu bilmiyordu.

"Çevre için ayıracak iki dakikanız var mı ? " diye sordu
"Pekala" dedim örümceğin tuzağına düşmüş bir arı edasıyla.
" GP hakkında bilginiz var mı ?" dedi, çenesini cevabımı bekleyemeyecekmiş gibi yuvarlayarak.
"Sen konuşmadan önce söyleyeyim" dedim lafı kısa kesmek istediğimi belirterek. " Kimya mühendisiyim" dedim. Hemen yolumdan çekildi. Yalanlar hayat değil ama günü kurtarabiliyormuş. Bunu öğrendim.

Elinde pankartla eylemci grubun arkasında durmuş bir genç kız bağırıyordu :

"Uyuma Türkiye" diye

Ama uyumak istiyordum ben. 
Tıpkı sokaktaki diğerleri gibi...

5 Ekim 2010 Salı

BG 007

Gri fonun üzerindeki şehir sokak lambalarının sönmesiyle tamamen siyaha bulanmıştı. Midem ağrıyordu, uyuyamamıştım. Üzerime giyecek birşeyler alıp odanın köşesindeki koltuğa kuruldum. Adını zar zor telafuz edebildiğim kız hala uyuyordu yatağımda. Şimdide yatağımı çalmıştı. Hep böyle olur dedim kendi kendime. Önce günde bir kaç saatini, sonra bütün gününü,sonra yatağını ve sonra da hayatını çalar kadınlar. Midem tekrar bulandı, halıya dökülen mandalinalı votkanın keskin kokusu burnuma çarptı. "Salağın tekiyim" ben dedim, kelimelerin yankısını gerisin geri bal rengi duvarda duyarak. Kadının teki gene birşeylerimi çalıp uzaklara gitmişti. ve işin kötü yanı onu fena halde özlüyordum.

Kumandaya uzanıp, televizyonu açtım. Ekranda kirli bir savaşın oyuncuları vardı. Konuşuyorlardı, birbirlerini suçluyorlardı. Herkes konuşuyordu bu şehirde. Öncelikle politikacılar, solcular, sağcılar, liboş götler, sivil toplum örgütleri, lezbiyen-gay-transseksüeller, homofobikler, memurlar,askerler, öğrenciler,vasıflı insanlar,vasıfsız insanlar, .. Benim dışımda herkes her konuda konuşuyordu...Susuyordum çoğunlukla ben. Herkesin herşey olmaya çalıştığı bir ortamda boğuluyordum. Onlar "herşeymiş" gibi davranıyorlardı, ben ise "hiçmişim" gibi davranıyordum. Ama benim bilip de, onların bilmediği bir şey vardı :
"Hiçbirşey" olmak "herşey" olmaktır. 

"Uyumadın mı sen ?" diye sordu H  yatakta yattığı yerden  yorganı başına doğru çekerek. 
"Uyu" diyorum yorganı üstüne çekmesine yardım ederken.
"Bana birşeyler anlatsana." diyor şımarık bir çocuğun ses tonu dudaklarının arasından çıkarken.
" Bana bir kelime söyle." diyorum. "Ve sonra gerisini hikaye anlatıyıca bırak." 
"Yaratıcılık"  diyor "senin yaratıcılığının kaynağını merak ediyorum."
"Bu soruya çok şıklı bir şekilde cevap verebilirim." diyorum. "Olur" diyor. Şimdi, küçük dünyasını süsleyecek bir masalı dinleyecek bir çocuk gibi, uslu ve meraklı. 

"Yeşil Peri" dedim. " 16.yüzyıldaki adıyla Yeşil Peri , bugünkü adıyla "Absent" ". 
" Hmm" dedi H, " Prag'da iken görmüştüm. % 70 alkol içeren bir içkiydi değil mi?" diye sordu.
"Pek de kültürsüz sayılmazmışsın". diyorum hafifçe gülümseyerek. " Absentin ana maddesi antik çağda ilaç olarak da kullanılan, "bilimsel adı "artemisia absenthium" olan pelin otudur. Ve pelin otu sinir sistemini etkileyebilen,psikoaktif bir madde olan "thujon" içerir."
" Kimyager olarak bu kadar şeyi nereden biliyorsun?" diye soruyor H. 
"Ee," diyorum " Kimyager olarak sadece sabun yapmıyoruz.". H bu lafıma katıla katıla gülüyor, bende gülüyorum onunla. 

 " Thujon halisünasyon görmeni sağlar. Beynin algılama mekanizmasını değiştirir. Böylece ayıkken yaşayamayacağın deneyimleri yaşarsın." 
" Anlatılana göre ünlü yazar Oscar Wilde zamanının en büyük absent bağımlılarından biriymiş.  Oscar Wilde Absent'ın yaşattığı deneyimi şöyle özetler :

 İlke evre normal içki evresidir.İkinci evrede dehşet verici şeyler görülür. Ama eğer başarılabilirse, üçüncü evreye gelinir. Bunda insan görmeyi istediği olağanüstü, ilginç şeyler görmeye başlar." 

" Sabıka dosyası kabarık bir içkidir Absent." dedim H'ın kar çiçeği gibi değişen yüz ifadesine bakarken." Söylenene göre Ünlü Fransız ressam Van Gogh'un kulağını, absent ile zihni bulandığı için kestiği bile söylenir."  

" Van Gogh'un kendi kulağını kestiğini biliyordum, ama sebebini ilk kez duyuyorum." dedi H. 

" Sanırım zamanında Picasso'nun da bir Absent bağımlısı olduğunu söylesem şaşırmassın"dedim. 
" Şaşırmam ama buradan gelmeye çalıştığın yer nedir ?" diye sordu H. 
"Picasso, Van Gogh ve Oscar Wilde. Bunlar sadece absent bağımlısı olan ünlü sanatçılardan bazıları. Yaratıcılıklarını zihinlerinin boşluğuna borçlular, Boşluğu ise Absent'ın mevcudiyetine. ". Cümlemi bitirdikten sonra söylediklerimi kavraması için konuşmama bir kaç nefeslik ara verdim, sonra :
  " İnsan düşüncesi, yaratıcılığı günlük sıradan işler yüzünden tıkanır. Sabah uyanır uyanmaz günün telaşına kapılırsın, işe giderken trafiğin rezilliğine söversin, iş yerindeki sorunlara yönlenirsin. Zihnin hayatına yerleşmiş rutinler ile kısıtlanır. Günlük yaşam algılamanı köreltir. Sana bir soru, güneş ışığının rengi nedir ? "

H cümlemin bitmesini beklemeden " sarı" diye atladı, güldüm. " Prizmadan geçerse ne olur gün ışığı ?" dedim 
" Yedi renge ayrılır." dedi başını hafifçe  yana çevirerek. " Peki ya diğer manyetik ışınlar ? Morötesi, kızılötesi ? Onları cihazlar olmadan görebilir miyiz ?"
"İnsanın dünyayı kavramasını sağlayan duyuları kısıtlıdır ve belirli bir kapasiteye sahiptir. Kapasitesi şimdiye kadar tamamiyle keşfedilmemiş olan tek bir duyu vardır, insan zihni. "

 "Thujon gibi bir madde insan zihninin duvarlarını sonsuzluğa açar. Bu sayede normal kafayla göremediğin şeyleri görür, düşünemediğin şeyleri düşünürsün." 

"Hiç düşünce" dedi H anladığını gösterir bir şekilde. Haklı olduğunu belirtir şekilde göz kırptım. 
" Amerika'da 60'ların çiçek çocukları arasında en popüler uyuşturucu hangisiydi ?"
" Bilmem, esrar mıydı ?"
"Hayır, Kısa adı LSD uzun adı ise Lysergic asit dietilamit olan bir maddedir. LSD'yi bir kere kullandın mı vücudundan çıkmaz, kemiklere yapışır ve ömrün boyunca orada kalır. Beş kereden fazla yüksek doz kullanımında kişi genellikle şizofren olur. Eroyin ve kokain gibi bağımlılık yapmaz. İçen değişik renkler, objelerve yüzeyler görebilir. Ama en önemli özelliklerinden biri kişinin zamanının değiştiğini, büküldüğünü, kendini tekrar ettiğini, hızlandığını yada tamamen durduğunu görebilmesidir.". Konuşmama ara verip bir yudum su aldım, bardağı yerine koyarken H,tekrar  konuşmamı sabırsızlıkla bekliyordu.

" LSD sayesinde insan zihninin "zaman" algısını kontrol edilebilir. Paralel evrenler teorisini duymuşsundur sanırım. Kişi kendi zihninin algıladığı zaman diliminde yaşar. Boş bir zihin her yere çekilebilir. Bu yüzden Vietnam savaşı sonrası Amerikan hükümeti LSD kullanımını serbest bırakmıştır. Uyuşmuş bir gençlik katillerden hesap soramaz, değil mi ? "

"Haklısın" dedi H " Ama peki ya çiçek çocukların "savaşma seviş" söylemleri ? "
"Bu söylem yeni bir savaş planına kadar hükümeti rahatsız etmemiştir. Hükümet yeni bir savaş arifesinde  "çiçek çocukların" başlarına bela olacağını düşünerek, LSD kullanımını tamamen yasaklamıştır. Kafasız savaşacak askerlere ihtiyacı vardır."

" Yaratıclığının  başka bir kaynağı var mı ?" diye sordu H, yanıma yaklaşıp dudağımı ısırarak öperken.
" Her zaman başka bir seçenek daha vardır." dedim ukela tavrımı üstüme bir maske gibi takarak.
" Anlatsana" dedi H, " Bu gece masalcı sensin" 

" Bir kadının varlığı" dedim " Kadınlar dünyaya yaratıcılık getirirler. Sadece üreme anlamında değil. Kadın yaratıcılığın, değişimin kendisidir. Gözler ve Kokular çok şey anlatır. Onlar, okumasını bilene  hiç durmadan hikaye anlatan periler gibidir. "

" Her kadın mı ?"

"Her kadın değil."

"Bazıları mı ? "

" Hayır"

"Birisi mi ?"

"Evet, sadece birisi"

"O birisi ben miyim ? " diye sordu H, sabırsızlanmıştı.
" Üzgünüm." dedim " Başkası"
"Hep bir başkası olur zaten." dedi H, masalın sonunu beğenmeyen bir çocuk gibi. 

" Anlattığın üçünden hangisi senin yaratıcılığının kaynağı ? "

" Tam olarak bunu asla bilemeyeceksin." 

" Pislik" dedi H, yastıkla suratıma vurarak.


"Baştan söylemiştim. Ben pisliğin tekiyim." 

"Senin için çıldırıyorum." dedi H,

 Etrafımdaki herkes konuşuyordu. Alışkanlığımı bozmadım ve sustum. 

"İyi geceler E " dedim bluzuma sinen kokuyu içimde duyarak.
" E kim?" dedi .
"Bazı soruların cevabı yoktur" dedim gece üstüme üstüme gelirken....

18 Eylül 2010 Cumartesi

18 09 10

"Bir başkası mı var ? " diye sordu E, kıvılcım çıkaran gözlerini üzerime dikerek. Oturduğum sandalyeden geriye doğru yaslandım, masada duran buzları erimiş fındıklı votkadan bir yudum aldım, cevabı ararken ağzımda yuvarladım.
"Bazen her sorunun cevabı yoktur" dedim votkadaki fındık tadı duyu organlarımı uyarırken.
"Götün tekisin!" dedi E.
"Zeki şey seni" dedim masada yarım kalan içkimden bir yudum yuvarlayaraken dünyanın sahibi gibiydim,aslında sahip olduğum hiçbirşeyim yoktu.
"Anlaman oldukça uzun zaman aldı."
Önümdeki votkayı alıp fondip yaptı, gözlerini gözlerime dikmişti.

"Sarhoşken bende götün teki oluyorum" dedi , "naparsın, içkinin yan etkisi.". Oyuna dahil olmuştu. Sokak ışıkları pürüzsüz tenin üzerinden akıp giderken, derinliğimde fısıldayan özgün'e seslendim : " onu kaybediyorsun" diye.

"Boşversene" diye cevapladı fısıltı " Birilerinin hep kurban olması gerekir."

E, sol koluma hafifçe vurarak " kendi kendine ne konuşuyorsun be"dedi, gülümseyerek elini tuttum "özür dilerim"dedim saçlarının ucunu okşarken.

"Aniden bana iyi davranma korkuyorum" dedi çarpık bir gülümsemeyle " Önceden uyar"

"Peki" dedim uçlarından yıldız tozları akan saçlarına dokunarak. Özgün fısıldamaya başladı " Kurtul ondan" diye, duymamazlıktan geldim. Ellerimi uzatarak E yi usulca kendime doğru çektim,kokladım.
"Çok güzel kokuyorsun" dedim.
" Aşağılık pislik" dedi karamel tadındaki dudaklarını dudaklarıma değdirirken. "Her zaman ki parfümü kullanıyorum"

" Teninin kokusundan bahsediyorum." dedim. " Her kadının kendine ait bir kokusu vardır."
" Senin açından ne farkeder ki" dedi
"Çok şey farkeder" dedim " İnsan beyni duyumsadığı bir kokuyu asla unutmaz"
" KAdınları senin için eşsiz kılan bu mudur" diye sordu çoktan bitirdiği votka bardağının dibinde kalan buzları sallayarak.
"Seni benim için eşsiz kılan bu" dedim E'nin kokusunu soluksuz kalan kadar içime çekerken.

"Bir başkası mı var ? " diye sordu

"Hayır" diyemedim, Özgün benden önce davrandı " Başkaları" dedi canının yanacağını bile bile.

"Başkaları demek !" dedi cep telefonunu elinde sinirli sinirli çevirerek. Gülümseyerek "İstersen kafama atabilirsin" dedim, bana kıyamayacağını biliyordum.
"Kalın kafanı kırmaya yetse keşke" dedi.
"Senin işinde zor" dedim her koşulda onu güldürebilme yeteneğime güverenek.
Sinirli olmasına rağmen kendini tutamadı güldü, "sakın yanlış anlama, sinirden gülüyorum" dedi onu tanıdığımın farkında olmayarak.

Bahar rüzgarı şehrin içinden gelerek E'nin boynuna dolandı, kokusunu tüm şehire yaydı. Kıskandım kadınımı, hem de hiç olmadığı kadar. En sıcak gülümsememle E'ye uzun uzun bakıp " haklısın götün tekiiym" dedim.İlk kez bir konuda hem fikirdik.

Masadan kalktı,
Biliyordum rüzgarın peşinden gidecekti...

Şimdi her rüzgar esişinde onun kokusunu duyumsuyorum,
Şimdi her rüzgar esişinde özgün'e rağmen diyorum kendi kendime
o gün keşke gitme deseydim diye.