11 Aralık 2012 Salı

Tuhaf Temaslar




Yemek yerken dilini ısırdığında uzun zamandır konuşmadığını farketti. Dili kanıyordu ama umursamadı. Karton bardaktaki kahveden bir yudum alıp ağzını çalkaladı. Kahve dilini daha çok yaktı. Hem sıcaktı hem  sade, hem de şekersiz.Ama gene de her sabah bir kupa dolusu kahve içmekten geri kalmıyordu.

Çilek reçelinin tadına baktı, ağzını tatlandırdı. Daha sonra sabahı karşılamak üzere evden dışarı çıktı. Dünya yuvarlaktı ve yerkürenin merkezine olan eğimi her yerde aynıydı. Aynı yer kabuğu insanları kendine çekiyordu. Aynı yerçekimi bizi alaşağı ediyordu.  Tunalıdaki Subway restaurantının önünden geçerken sabah kahvaltısını yapmakta olan uzun saçlı, dolgun dudaklı melez kızı gördü. Üzerine siyah deriden spor bir ceket giymişti. altında ise ispanyol paça bir pantalon vardı. Boynuna sardığı eşarp sabah rüzgarında özgürlük bayrağı gibi dalgalanıyordu. Güzel sayılmazdı. Ama bu kadında insanı kendisine çeken bir şey vardı. Bir tür sihir, bir tür mucize gibi. Yağmurun yağması gibi yada güneşin aniden bulutların ardından açması gibi. Kadının cenneten çıkma kokusu ve çekiciliği  İnsanı tanrının varlığına inandırıyordu. "Ö" inancını kaybedeli çok uzun bir zaman olmuştu. İnancını nerede ne zaman kaybetmişti bilmiyordu. Yolda yürürken pantolonun sağ cebinden otobüs biletinin yola düşmesi kadar kendiliğinden olan birşeydi. Tesadüfi... Bir gün vardı ve ertesi gün uyandığında yoktu. Aşk da böyleydi. Gece uyumadan önce yastığınızın altına koymuştu, en yakınına, ama aşkta gece gibiydi, bir vardı bir yoktu.

      E'nin evi Ankarayı gören en güzel manzaraya sahipti. E'nin gözünün içinde parıldayan yıldızlar vardı ve yeterince dikkatli bakabilirseniz, tüm hayata açılan en güzel pencerede işte oradaydı. E yokken nefes alamıyordu. E'nin yokluğu penceresiz bir oda da ışıksız kalmak gibiydi. Çocukluğunu geçirdiği şehre yabancı olmaktı. Sokaklarda yürürken biliyordu ki onsuz yürüdüğü hiç bir kaldırım yoktu. Rüzgar hala E'nin kokusunu sırtlanıyordu. Ankara sahiplenmişti bir kere E'yi. "Ö" için onu bırakıp gidecek değildi.


Tanımadığın bir şehirde tanımadığı sokaklarda öylesine yürümeyi istedi. Ne kadar uzağa gidersem kalbimden kaçabilirim diye sordu Ö.

Kalbinden kaçarsın ama rüzgar ardın  sıra gelir dedi bir ses. Sonra başka bir ses sohbete katıldı.

Hem rüzgar anıları da taşır akıllım dedi. Bir diğeri ise rüzgar kokuları da taşır dedi.

Fısıltılar çoğaldı durdu.

Sokağın başında tek başına durdu. Düşündü. Rüzgar esti.

Gene enselenmişti...


Sonra öksürük nöbetleri tuttu. Hastalanmıştı gene. Neden hasta olduğunu soranlara cevap veremiyordu. Sanki insan bilerek hasta oluyordu da...

Sonra bir ses "üzerini örtmeden mi uyudun?" diye sordu.

Çoğu insan üzerini örtmeden uyuyamaz dedi Ö. İnsanlar uyurken üzerlerinde birşeyin ağırlığını hissetmek isterler. Bazen sadece tek bir battaniyenin ağırlığı yeter; Bazen ise kaz tüyü yorganın ağırlığı yeterli olur. Hayat insanın omuzlarını abanır. Bastırır durur. Bazen insanın taşıyamacağı yükler vardır hani. Bir omuzun hep diğer tarafa çeker mütamadiyen. İnsan mutsuz oldukça bunun yükünü omuzlarında hisseder. Bu yük bazen battaniye etkisi gösterir. Mutsuz olunca hep uykulu olursun. Uyumak istersin düşsüz bir zamanda. "Sol omzum ağrıyor" dedi Ö ve ekledi :
"Son zamanlardaki uyur gezer halim hep bundandır. Kahveye bu kadar bağımlı olmamda"


 Neden hasta olduğuma gelince dedi Ö.  "E'nin yokluğu omzumdaki en büyük ağırlık" Ve son zamanlarda hasta olmanda hep bundandır, üstün açık uyumaktan...

      


                                                                                                    12 Aralık 2012