16 Ekim 2015 Cuma

Flu, Ekin'e Dair Herşey



 İlk romanım olan Flu'nun altıncı bölümünden bir parça:



Ekin'in Mektubu


Sevgili Özgün
Ne kadar klasik ve bana yakışmayan bir giriş yaptım değil mi? Sanırım ben de sıradanlaştım. Zaman dediğimiz şey insanları yaşlandırmak için değil, bireyleri diğer insanlara benzetmek için ilerleyen ve akan bir nehir. Bazen fabrika atıklarıyla dolu kirli bir akarsuyu hatırlatıyor bana. Kirli suda nefes alamayıp ölen balıklar gibiyiz. Sadece bir kaç küçük karabalık sağ kalıp okyanusa ulaşmayı başarabiliyor.  
İtiraf etmem gerekiyor ki sen olmadan zaman ağır ilerliyor, olması gerektiğinden daha ağır. Hayat sen yokken pili biten bir kasetçalar gibi, kulağımda yankılanan bütün o şarkıların metronomunu giderek düşüyor sanki. Sensiz onca yıl nasıl geçti, bilmiyorum. Amacım geçmişin günahını çıkarmak değil. Zamanı geri alamayız.
Bazı sözcüklerin tek bir dilde tek bir kültürde anlamı vardır Özgün.
“Hibakusha” kelimesinin anlamını karşılayacak kelime Japonca dışında başka hiçbir dilde yoktur. Hiroshima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarına maruz kalıp da hayatta kalanlar için kullanılır bu kelime. Bir kelimenin taşıyabileceği onca acıyı aklın hayalin alabiliyor mu Özgün?
Bence iki insanı bir araya getiren tek bir kelime var. Her insan için, her ilişki için iki dudak tarafından telaffuz edilen tek bir kelime. Hiçbir dilde karşılığı olmayan içinde koca bir tarihle beraber kâğıt üzerinde kayda geçirilemeyecek olan bütün o acıları, hüzünleri, mutlulukları ve heyecanları barındıran kocaman bir kara delik… İşte bir insanın başka bir insanı unutması da o iki kişi arasında sır gibi saklanan o kelimeyi içlerinden birinin unutmasıdır. İnsan aslında bir yüzü, bir dokunuşu, bir gülümsemeyi değil, tek bir kelimeyi unutur. Sen hem geçmişin hem geleceğin bir arada durduğu bir noktadasın Özgün. Zaman denilen nehire tepeden bakan bir kıyıda yalın ayak duruyorsun. Ayak parmaklarının arasına sarı kum taneleri kaçmış, bu yüzden sol ayağın kaşınıyor, umursamıyorsun.
Hayatında zaman kavramını şekillendiren üç kelime var, ilk kelime “Ekin”; senin dilinde, her ne kadar sen kabul etmesen de “geçmiş” demek. İkinci kelime ise “Aslı”, şimdiki zaman eki üzerine basıp geçemeyeceğin bir gölge gibi yanı başında duruyor. Üçüncü ve son kelime ise “Melis”, gelecek zamanı kendi dilinde telaffuz eden bir yabancı. İşte sen zamana bakıp bu üç kelimeyle birbirinden farklı cümleler kurmaya çalışıyorsun.
Yıllar önce giderken sana veda edemediğimi biliyorum. Bir kitabı açık bırakıp gitmek gibiydi bu veya evden çıkarken balkon kapısını açık bırakmak gibi. Geri dönüşe dair izler taşıyan fırça vuruşları… Bu yüzden ruhunda benim geri dönmem için bir açık kapı bıraktığını biliyorum. Bu da sana onca yıl boyunca geçmişin yükünü sırtında taşımana yol açtı. Bir kelimeyi unutmak yerine onu her gün tekrar tekrar hatırlamayı tercih ettin. Sana karşı bu yüzden mahcubum. Bu yükü omuzlarına yükleyip gitmemem gerekiyordu.  Bu yüzden artık dilinde geçmişi çağrıştıran o tek kelimeyi, “Ekin”’i unutmanı istiyorum. Yüzünü, bana dokunuşunu ve bana sarılınca içinden yayılan o sıcaklığı asla unutmayacağım. Sevmek özgür bırakmaktır Özgün. Bunu bana sen öğretmiştin. Seni paçalarından yakalayıp dibe çeken o “geçmişinden” azat etmem gerektiğini biliyorum. Bu da bir şekilde sana veda ediyorum demek. Vedalar konusunda iyi olmadığımı biliyorsun. O yüzden bu mektup için son cümleyi senin yazmanı istiyorum.
Seni ruhum ve kalbim o “kelimeyi” hatırladığı sürece seveceğim. Seni seviyorum hiçbir dilde anlatamayacağım kadar çok.

Sevgiler
Ekin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder