9 Aralık 2009 Çarşamba

15.07.2008'de yazmışım bu öyküyü :D




YİN / YANG


16 Şubat 1988


Karanfil sokağının ışıklandırılmış kaldırımlarında yürürken ufacık bir kar tanesi gri bulutların sırtından atlayıp Alev’in yanağına kondu,konar konmaz da eriyip gitti. Kızaran yanağına bakıp gülümsedim hem de hiç olmadığı kadar içten. “Ne gülüyorsun be” dedi çocukça bir neşeyle karışık kızgınlıkla. “Üşüdüğümüz yetmedi mi hadi gel.” Diyerek beni karla kaplı ağaçların arasında saklı kafeye doğru sürükledi. Kafeden içeriye girer girmez bizi yoğun aromalı bir kahve kokusu karşılamıştı, “böğürtlenli olmalı.” deyiverdi burnunu iki yana doğru usulca oynatarak. Kokularla arası çok iyiydi Alev’in. Yağan karı izleyebileceğimiz bir masaya kurulduktan sonra garsona siparişlerimizi verdik,ne tesadüf ki ikimizde böğürtlenli kahve istemiştik.
“ Karın düşüşündeki zarafete baksana.”dedi “ne kadar da kusursuz.”
Sıcak nefesine biraz daha yaklaşarak “Kusursuz olan yaşamın kendisidir, kar tanesi ise sadece onun bir parçasıdır.”dedim.Kendini hafif geriye doğru çekti ve “Yaşam kusursuz değildir.”dedi “kusursuz olsaydı savaşlar olmaz,masum insanlar ölmezdi.”
“Nasıl bu karlar günün birinde eriyip, sırasını bahar rüzgarlarına bırakacaksa, savaşlarda bitecek,barış geri gelecek. Bu kadar hassas olma. Bak bugün senin doğum günün.”dedim unutulmuş mutlu bir sırrı hatırlatmışçasına.Çantamdan uzunca bir zarf çıkartıp ona doğru uzattım. “Al bakalım doğum günü hediyen, doğum günün kutlu olsun.” Dedim yanağına doğru hafifçe uzanırken. Zarfı heyecanla ellerinde tutarak “Bu nedir?” diye sordu.
“Senin için yazdığım kitabım, yayınevinden ilk kopyasını alıp hemen sana getirdim.” .Zarfı çabucak yırtıp kitabın başlığına baktı ; “Yin-Yang.”.Ardından kitabı ters çevirerek arka kapağındaki yazıyı seslice okumaya başladı:
“Yıldızların altında oturan adam dengenin varoluşun sebebi olduğunu söyler. Ona göre güzellik olmadan çirkinlik olmaz, siyah olmadan beyaz varolamaz. Güzellik çirkinliğe , zarafet kabalığa , siyah beyaza döndürülebilir. Sadece zaman zıttıyla varolamaz o yüzden geri döndürülemez.”

“Kitabın konusu nedir?” diye sordu sabırsızca. “Arka kapakta konusuyla ilgili hiçbirşey yazmıyor.”
“Kitap aşık olduğu kıza barışı getireceğine dair söz veren bir bilim adamını anlatıyor.”
“Peki bilim adamı kitabın sonunda verdiği sözü tutabiliyor mu?”
“Bilim adamı,otuz yılını harcadığı yapay zeka programı sayesinde barışı getirebiliyor. Bütün silahları kontrolüne alıp onları etkisiz hale getiren bir yapay zeka. Ama şimdi detayları anlatmayayım ,okuyunca öğrenirsin.”

“Peki gerçekten elinde olsaydı bana barış dolu bir dünya verebilmek için otuz yılını feda eder miydin?”
“Seve seve ”dedim yüzünün üzerinde parıldayan iki ela küreye bakarak “Eğer bir gün elimde dünyaya barışı getirecek bir fırsat olsaydı , söz veriyorum bundan sonraki otuzuncu doğum gününde sana barışı hediye ederdim.”
***


2 Aralık 2017


Hastanenin üçüncü kat B-bloktaki uzun dar koridorunda günde yalnızca üç defa ayak sesleri yankılanırdı.Bu sesler hiç şüphesiz hastanenin demir başı olmuş Yaprak hemşirenin kırkiki numaralı ayakkabılarına aitti.
Yaprak koridorun loş ışığında parlayan takvime baktı,2 Aralık 2017,bugün herhangi bir mucize olacağa benzemiyordu.Servis arabasını önüne alıp 310 numaralı odaya doğru yöneldi,servis arabasındaki kontrol listesinde “Demirhan Atık”ın isminin yanına not aldı.
“Bitkisel hayat sürecinde herhangi bir değişiklik yok”.Yaprak uzun ama biçimli eline muayene eldivenini geçirdikten sonra iğneyi alıp ilacı hastanın koluna enjekte etti. Hastaya bağlı cihazların çalışıp çalışmadığını kontrol ettikten sonra odadan dışarı çıkmaya hazırlanıyordu ki, ufak bir ses duydu.Yan koridordan geliyor olmalı diye düşündü servis arabasını odadan dışarıya çıkarırken.
“Seve seve”
Yaprak sesin yan koridorlardan değil 310 numaralı odadaki hastadan geldiğini fark etmişti.
“Bundan sonraki otuzuncu doğum gününde sana barışı hediye ederdim.”
Hastanın ağzından çıkan kelimeler her ne kadar oldukça yavaş ve anlaşılmaz olsalarda Yaprak bunları tek bir seferde söylenmiş gibi net bir şekilde algılayabiliyordu.Odadan çıkıp koridorun sonuna doğru koşmaya başladı,vakit kaybetmeden otuz yıldır uyuyan adamın uyandığını doktorlara haber vermeliydi.Koridor kapısından geçmeden önce duvardaki takvime tekrar baktı ,2 Aralık 2017’yi gösteriyordu.
“Bu bir mucize.”dedi.
Yaprak artık mucizelere inanıyordu



16 Şubat 2018

Yaprak hemşirenin mucizelere inanmaya başlamasının üzerinden on hafta ,dört gün geçmişti.Uyandığımdan beri zamanı sayıyordum.Her günü,saati,dakikayı,saniyeyi… Sahil bahçesinde birbaşıma oturmuş yüzümün etrafında dans eden ışık perilerini izliyordum. Gözlerimi kapatıp benliğimi rüzgarın kollarına bıraktım, hissetmeye, yaşadığımı hissetmeye o kadar ihtiyacım vardı ki. Varoluşumu doğrulamak istiyordum. Aklım bu düşüncelerin etkisindeyken masa hafifçe sarsıldı.
“ Afedersiniz siz Demirhan Atık’sınız değil mi?” dedi beyaz saçlı hafifçe şişman bir adam., “Evet benim.”dedim yüzümde parlayan bir memnuniyet ifadesiyle,Varoluşum doğrulanmıştı.
“Ve sizde?”
“kendimi tanıtmayı unuttum.Ben Profesör Salih Bulut.Uzun zamandır sizinle konuşmayı bekliyordum.”dedi
“Buna inanırım.”dedim esprili bir tavırla gülümseyerek. Profesörde gülümsemiş al yanaklarının ortasında gizli gamzeler belirmişti.“Lütfen oturun.”dedim karşımdaki sandalyeyi işaret ederek. Oturur oturmaz siyah deri kaplı şişkin çantasının içinden iki gazete çıkarak masanın üzerine bıraktı.Gazetelerden biri o kadar eskiydi ki yaprakları bütünüyle kahverengiye dönmüştü.“Buna bakmak istersiniz diye düşündüm.”dedi elindeki gazetelerden eski olanı bana doğru uzatırken.
“ Ünlü yazar Demirhan Atık 16 Şubat 2008 günü geçirdiği trafik kazası sonucu bitkisel hayata girdi.”
Zihnimde parlayan gazete manşeti hatıralarımı zamanın gerisinden taşıyıp önüme bırakmıştı.Profesör oturduğu yerden hafifçe öne doğru gelerek “Yin-yang hakkında ne biliyorsunuz?”diye sordu,bunu gizli bir sırrı ifşa edermiş gibi yapıyordu.“Taoizmde dengenin sembolüdür.Yaşamı sembolize eder,dengenin içinde her şeyin zıttıyla varolduğunu.”
Profesör muzipçe gülümseyerek “Bu anlamlarından yalnızca biri.”dedi. Ardından iki gün öncesinin gazetesini bana uzatarak “Bak bakalım ilginç bir şeylere rastlayacak mısın?”diye sordu.Gazeteyi elime alıp incelemeye koyuldum, manşetteki haber Amerikan başkanlık seçimleriyle ilgiliydi, siyahi adayın önde olması amerika’da büyük heyecan yaratmıştı. Diğer sayfalarda politika,sanat ve spor haberleriyle doluydu. Gazeteyi tekrar tekrar incelememe rağmen garip hiçbirşeye rastlamamıştım.Gazetenin kapağını tam kapatıyordum ki başımda şimşekler çaktı ; “Hiçbir savaş haberi yok,çatışma haberi yok.”dedim.
“Tebrikler.”dedi Profesör,“Sanırım son otuz yılın en heyecan verici olayı olan Yin-yang devriminin ne olduğunu öğrenmeye hazırsın.”dedi,başımı öne doğru iki kere salladım ve çayımdan büyük bir yudum alıp dinlemeye koyuldum.
“Her şey batı bloğunun üst düzey yapay zekaya sahip bir bilgisayar sistemi tasarlamak istemesiyle başladı. Aynı anda uyduları,uzay lazer sistemlerini,uçakları ve nükleer bombaları kontrol edebilecek bir bilgisayar.Böylece her hangi bir saldırı ve savunma durumunda bütün silahlar tek bir merkezden yönetilebilecekti.Stratejik geliştirme merkezi proje için bütün bilim dallarından akademisyenleri bir araya topladı.Proje bir insan beynine eş değerde zekaya sahip bir bilgisayar sistemi geliştirmeyi amaçlıyordu.Benim o yıllardaki başarılı yarı biyolojik-yarı elektronik yapay zeka deneylerim ve makalelerim projeye ilham konusu olmuştu.Araştırmalarımda beynin belirli bölgelerinden alınan hücrelerden üretilen dokuların elektronik bir sistemle etkileştiğinde verdiği tepkileri inceliyordum. Basitçe anlatmak gerekirse elektronik sistem insan beyninin yapamayacağı işlemleri,hesaplamaları yapıyor,biyolojik sistem ise tıpkı bir insan beyni gibi çalışarak elde edilen verileri yorumluyordu.Sistem insan beyninin ufak bir protipiydi.Batı bloğu araştırma kurulu gizli proje yürütücülüğüne beni getirmiş,projenin sadece savunma amaçlı olduğunu,savaş tehdidi altında bulunan üçüncü dünya ülkelerini korumak amacıyla geliştirildiğini söylemişlerdi. Tabii ki yalanlarına kanmayacak kadar politikacıları tanımıştım,ama genede projeyi kabul ettim.”.
Çay bardağını tutan sağ elim kontrolsüz şekilde titremeye başlamıştı.Kulak zarımda yankılanan her kelimeyle birlikte geçmişime dair anılar zihnimin içinde çalkalanıyordu. “Neden kabul ettin?”diye sordum titrek sesim kulaklarımda çınlarken.
“ Ufacık, bit kadar bir fikir yüzünden.”dedi
Cümlesi biter bitmez masada duran sudan bir yudum alıp kurumuş dudaklarını ıslattı.
“Projenin kod adı YİN’di.”
Bu isim bana bir şeyleri çağrıştırmıştı,ama geçmişimde hatırlayamadığım o kadar çok şey vardı ki.
“Tabii bu arada doğu bloğuda benzer bir sistem üzerinde çalışıyordu,hatta neredeyse aynı sistem üzerinde.”
“İçeriden birileri projeyi doğu bloğuna mı sızdırmıştı?”
“Projeyi Çinli meslektaşıma sızdıran bendim.”
Profesörün sözleriyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm.“Çift taraflı mı çalışıyordunuz?”diye haykırdım kendimi tutamayarak.“İki tarafında birbirini katletmesini mi istiyordunuz?Büyük planınız bu muydu?”. Profesör başını babacan bir tavırla iki yana doğru salladı,bakışları şevkat ve anlayış doluydu.
“Oysaki bunu en iyi senin anlayacağını düşünmüştüm.”dedi.Anlamam gereken şeyin ne olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu.Geçmişimde hatırlayamadığım büyük,derin,kara boşluklar vardı.

Profesör cümlesi yarım kalmışcasına hızlıca :“Doğu bloğu önerim üzerine yapay zeka programına YANG adını vermişti.”dedi.
Benim için “Yin ve yang” kelimelerinin anlamı bildiğimden daha derin olmalıydı.Bütün bu anlatılanlar bana o kadar tanıdık geliyordu ki. Profesör düşünmeme birkaç dakika izin verdikten sonra konuşmasına devam etti:

“Sistemi aktif olarak kullanılabilir hale getirmek için yirmi yılımızı harcadık,olası hatalara karşı bilgisayarı denemiş ve binlerce simulasyona karşı yapay zekanın tepkilerini, çok dikkatli bir şekilde ölçmüştük. Sonuç inanılmazdı.Bilgisayar dehaya yakın bir algılama yeteneğine sahipti.
Hükümet Yin’in ilk denemelerini yıllardır kontrol altına alınamayan Ortadoğu bölgesinde yapmıştı.Sonuç beklenenin oldukça üzerindeydi.Tek bir sistemden kontrol edilen uydular ve silahlar isyancıların işini göz açıp kapatıncaya kadar bitiriyordu.Doğu bloğunda da benzer gelişmeler yaşanıyor,işgal bölgeleri Yang sayesinde tek tek kontrol altına alınıyordu.İki yıllık bir deneme sürecinden sonra araştırma kurulu Yin’in veritabanına hükümet gizli bilgilerini ve kayıtlarını yüklemeyi kararlaştırdı.Artık bütün veritabanları Yin’de toplanılacaktı.Bu Yin’e her hangi bir ters durumda sınırsız müdahale yetkisi verecekti.Veri tabanları Yin’e ve Yang’a yüklendikten sonra işler iyice rayına oturmaya başlamıştı,artık her iki tarafın elinde devasal birer saldırı silahı vardı.
Bir sabah merkezden gelen bir telefonla uyandırıldım,Batı bloğu başkenti Libertas saldırıya uğramıştı.Araştırma kurulu olarak hemen acil bir toplantı yaptık.Sorunumuz Yang’ın saldırısını Yin’in savunma sistemlerinin nasıl önleyemediğiydi.Oysaki sistemimiz buna benzer onlarca simulasyondan başarıyla geçmişti.Merkezden başkenti vuran silaha dair bilgileri istemiştim,onları beklerken istihbarat servisinden çok daha ilginç bir haber geldi.Doğu bloğu başkenti Kouta yerel saatle dokuz sularında vurulmuştu. İlginçtir ki Yang’da kendini saldırıya karşı savunamamıştı.Saldırı silahına ait bilgiler elimize geldiğinde korktuğumuzun başımıza geldiğini anlamıştık.Batı bloğu da doğu bloğu da kendi silahlarıyla vurulmuştu.Yin ve Yan komutasındaki silahları kullanarak politikacıları birer birer infaz ediyor,yönetimi tamamiyle eline geçirmeye çalışıyordu.,bu bir askeri darbeydi.
Bunu takip eden günlerde Yin-Yang saldırılarını sömürge bölgelerindeki askeri üstlere yönlendirmişti.Doğu ve Batı bloğunun bütün askeri karargahları,silahları ve füze atarları vurulmuştu.Yin-Yang’ı kapatmaya çalışmak neredeyse imkansızdı,o her yerdeydi.Bütün bilgisayar sistemlerinde,internette,füze çiplerini kontrol eden programın içinde…Ayrıca Yin-Yang kontrolsuz bir şekilde önsezi duygusunu geliştirmişti.Önceden yapılabilecek saldırıları tahmin ediyor gerekli önlemleri alıyordu. Dünya hükümetlerini asıl deviren darbe Yin’in aniden Yang’la bütün veritabanlarını karşılıklı değişmesi ve bunları televizyon,internet gibi ortamlarda yayınlamasıydı. Yayınladığı belgeler arasında özgürlük adına başlatılan kirli savaşların asıl sebeplerini ortaya koyan kağıtlar, üçüncü dünya ülkelerinin sömürge haline getirilmesini öngören ikili ve çoklu anlaşmalar,Ortadoğu petrol paylaşım haritaları, vatandaşlardan alınan eğitim-sağlık vergilerinin nasıl silah sektörüne yatırıldığını gösteren belgeler vardı. Dünya halkları kamoyuna yin-yang tarafından açıklanan belgeler karşısında şoke olmuştu, dünyanın dört bir tarafında halklar hükümetlerine karşı ayaklanmışlardı.Yin-yang ayaklanmalarda halkı desteklemiş,ülkelerin yönetimlerini iktidarın gerçek sahibi olan halka bırakmıştı.
, “Ufacık bit kadar küçük bir fikir dediğin bu muydu?”diye sordum afallamış bir şekilde. “Ama nasıl? Bunu nasıl öngörebildin?”
“En sevdiğim yazarın bir cümlesini hatırladım şimdi”dedi profesör eliyle sakalını sıvazlayarak:
“ Bir mum yaktığında bir de gölge yaratırsın.”
“Kitabın adı Yerdeniz Büyücüsü’ydü değil mi?”diye sordum.Aradan geçen otuz yıla rağmen kitabı hatırlamam beni de oldukça şaşırtmıştı.“Peki bütün bunlar dengeyle ilgisi nedir?”.
“Aslında olanların hepsi dengenin bir sonucu.Hükümetler Yin-Yang’ı yaparlarken dünyanın dengesini kolay kolay düzeltilemeyecek bir şekilde değiştirmişlerdi.Yin-Yang’ı yöneten beyin dünyayı en basit haliyle algılıyordu,Gerçekte algılamamız gerektiği gibi. Gecenin gündüzü ,kışın ilkbaharı takip etmesindeki dengeyi algılıyordu. Ying-Yan varoluşunun asıl sebebini biliyordu.O ,savaş ve barış arasındaki hassas dengenin kendisiydi.”
Sol elimle mavi boşlukta parıldayan güneşi gösterek ; “Şimdi burada parıldayan güneş, ortadoğudada parıldıyor.”dedim “ve batı bloğunda. Ve doğu bloğunda da.”
“Anlamaya başladın.”dedi profesör gülümseyerek.
“Peki daha sonra ne oldu? Yin-yang iktidarı yalancıların,hırsızların ve katillerin elinden alıp halka verdikten sonra?”
“Yin-yang kendi kendini kapattı.Ama eminim ki günün birinde savaş ile barış arasındaki denge bozulursa ,evreninin dengesini korumak için geri dönecektir.”
Profesör’e sorulmamış son bir sorum daha vardı, “ Peki bütün bu olanların benimle alakası nedir?”
Profesör masanın altında duran siyah çantasının içerisinden beyaz kaplı bir kitap çıkarıp arka kapak yazısını okumaya başladı :

“Yıldızların altında oturan adam ,dengenin varoluşun sebebi olduğunu söyler.Ona göre güzellik olmadan çirkinlik olmaz, siyah olmadan beyaz varolamaz. Güzellik çirkinliğe , zarafet kabalığa , siyah beyaza döndürülebilir. Sadece zaman zıttıyla varolamaz o yüzden geri döndürülemez.”
Arka kapağı okumayı bitirir bitirmez kitabı başlığını görebileceğim şekilde önüme doğru uzattı.

Yin-Yang
Yazan : Demirhan Atık

Karanlık bulutların ardında saklanan hatıralarım, kitabın başlığını görmemle sonsuz mavi gökyüzüne taşındı.
“Bu benim kitabımdı.”diye haykırdım.
“ Yin-yang projesine senin kitabın esin kaynağı oldu Demirhan.”dedi profesör heyecanla.“Bütün o fikirlerin ,zihnimde eksik olan taşları birer birer yerine oturttu.”
“Kitabındaki düşünce dünyaya barışı getirdi.”.
Profesörün kelimeleri ,deniz melteminin sırtından kalbime aktıktan sonra kendi gerçekliğime dönmüştüm.Bundan sonra hiçbirşeyin önemi yoktu.Herşeyi bütün ince detayına kadar hatırlıyordum.

Artık Alev’in tenini kokusunu hatırlıyordum,onunla içtiğimiz son böğürtlenli kahvenin kokusunu,gri şehrin üzerine karın yağışını,barışa dair verdiğim söylediklerimi…


Arkama baktığımda güneşin doğduğu yerde ikinci bir güneş daha vardı. Alev’in koyu kumral saçları boşlukta, etrafına yıldız tozları saçarak uçuşuyordu.Geçmişimde yüzümde asılı kalan bir gülümseme vardı ve şimdi onun yüzüme geri geldiğini hissediyordum.Yıllardır kasılmamış yanak kaslarım ,gülümsemem büyürken canımı yakıyordu.Bana sevgi ve şevkatle bakan gözler ,otuz sene önceki kadar parlak ve ışık doluydular.Bugün 16 Şubat 2018’di.Alevin doğum günüydü ve elimde “barış”tan daha büyük bir hediye yoktu….