17 Eylül 2011 Cumartesi

"Seçmek" kaybetmektir...


Tanımadığım birisi "kelimelerin ve isimlerin de hafızası vardır." demişti. Tanıdığım biri söylese aklımda kalmazdı. İnsan zaten hep tanıdıklarının söylediklerini suya yazardı. İnsan olaylara, durumlara alıştığı gibi tavsiyelere de alışıyordu ve bir süre sonra tanıdıklarının sözcükleri kanyonun öteki ucundan yankılanıp gelen bir rüzgar sesine dönüşüyordu.

Kelimelerin hafızası vardır diyen bir kişi bu önerinin her şart altında doğru olduğunu da öne sürer.

Cuma akşamıydı ve sonbahar soğuğu yazdan kalma son günlerin arkasına saklanmış, habire boynunu çıkarıp çıkarıp geri çekiyordu. Sonbaharı özlemişti bu şehir. Sonbahar da yakışıyordu gri şehre. İşten çıkmış Kızılaydan tunalıya doğru bir yürüyüşe geçmiştim. Herhangi bir planım yoktu. Tesadüflere inanıyordum ve yürürken birileriyle karşılaşmayı umuyordum. İş çıkışı yoğun bir trafik Tunalı Hilmi caddesini sarıp sarmalamıştı. Egzoz dumanı tahammül edilebilir durumda, korna sesi ise katlanılamaz haldeydi. Herkes ya bir yere yetişiyor, yada bir yerlere geç kalıyordu.

Bir yerlere geç kalmaktan nefret ederdim.  Okula geç kalmamak için sabah ilk otobüsle çıkar, buluşmalara hep on- onbeş dakika erken gelirdim. Hayatta yaşanılabilecek çoğu duyguya geç kalmıştım zaten. Üstelik, geç kalınmışlıklardan çarpı atılarak düşüldüğü bu listede geriye çok madde kalmamıştı.


Bu ılık cuma akşamı ise ilk kez bir yere yetişmek için yürümüyordum. Ve o an ilk kez gerçekten gereksiz bir şekilde hızlı yürüdüğümü farkettim. Ayaklarım beynimin komutlarını değil "geç kalmama" iç güdülerimin kontrolü altına girmişti. "Yavaşlasana" dedim, dinlemedi. Kafasına göre ilerlemeye devam etti.

Yakınlarında aklı çalışan hafif meşrep biri olsaydı, muhtemelen ; "İnsan kendi uzuvlarını bile kontrol edemiyorsa hayatını kontrol etmeye çalışması naif bir çabadan ibarettir." derdi.

Kontrol saplantılı bir duygudur ve bir noktadan sonra "kontrol" edilemez. Kontrol kelimesini geometrik olarak ifade etmek isteseydik en uygun şekil bir çember olurdu muhtemelen. Döner dolaşır kendi kuyruğunu ısırır bu kelime.

Kontrol delisi insanlardan biri olmamak için çabalıyordum bugünlerde. Umursamamaya çalışmak ise on doktordan dokuzunun önerdiği en etkili çözümlerden biriydi.

Umursamıyordum.
Seni,beni,kendimi,onu,sizleri,diğerlerini, hiçkimseyi

Ölseniz bile umrumda değildi.
Yada mutsuzluktan renginiz solup yaşayan bir hayalet olsanızda.

Hayaletleri kimse sevmez.

Ben de sevmem.

Kendimi de umursamamaya başladığımda ise çember tamamlanacak.

Hiç birşeyi kontrol etmeye çalışmıyordum artık. Hayaletleri de görmüyorum.

Bugünlerde yaptığım diğer bir şey ise, zamanlarla kelimeleri, ayna görüntüleri çakışak şekilde örtüştürmek.

Herkes sırt üstü uzanır ve tavanı izler. Ama kimse düşüncelerini bir kenara bırakıp tavanın şeklini incelemez.

Oysa rüyaların üzerimize bütün ağırlığıyla abanmasını engelleyen yegane cansız varlıktır. Üstüne üstlük günün birinde darılıp küserseniz sırtladığı iyilikleri yüzünüze de kakmaz.

Kelimelerde aynıdır.
Her biri hatıralarlamızla ilintilidir.
Hamallıkları içinse en ufak bahşiş talep etmezler.

Anılar zaman değişkeni ile birleşir ve bulanık bir görüntü ve birkaç diyalog ile tamamlanır. Kelimeler ise zamanın bir alt kümesidir ve asla üst kümesinden bağımsız düşünülemez.

İnsanlar kelimeleri zamandan bağımsız düşündükleri için anıları ile birleştiremez ve kelimeler boşlukta asılı kalırlar.

Cadde boyunca yürüyordum ve "yürümek" kelimesi her dönem sırtında ağır ve değişken anılar taşımıştı benim için.

"O"nunla yürümeyi çok severdim mesela. Yürürken söylediği saçma sapan şarkılar aklıma gelirdi. Günün ve ayın moda şarkısını söylerdi. Şarkının melodisini hatırlayarak ise yürüdüğümüz günün tarihini hatırlardım.

Yürümek kelimesinin hafızası geniştir ve asla bir trafik kazası sonucu başını taşa çarpıp hafızasını yitirmez.

Ben ise hafızamı yitirmek istiyorum. Sadece başımı taşa vuracak cesaretim yok. Ama kelimelerimiz var. Benim ve "O"nun...

Zeynel Çilli'nin önünden geçiyorum ve aklıma tavuk göğsü geliyor.

"Diğer yerlerden farklı olarak burada gerçek tavuk göğsü kullanıyorlar." deyişi aklıma geliyor ve yaz sıcağında kalınan o küçük evi ve ılık yaz akşamını hatırlıyorum. Bir de içilen ekşi portakal suyunu.

Çocukken tavuk göğüsünü sevmediğimi hatırlıyorum. Artık çok seviyorum.

Umursamıyorum demiştim de sanırım büyük ve burnu gitgide uzayan bir yalan söyledim.

Uzayan burnumu törpülemek istiyorum .

Sonra nedensiz sokaktan aşağı yürürken aklıma "seçim" kelimesi geliyor.

Bana anlatmadığı ama iki elbise arasında kalıp ikisini de aldığı zaman aklından geçenleri tahmin ediyorum :

"Seçim yapmaktan nefret ediyorum."

Seçim yapmak her zaman bir diğerini kaybetmek demekti "O"nun için. Kazanılanı değil kaybedileni görenlerdendi ve bardak eğer ağzına kadar dolu değilse boş demekti.

"Seçim" kelimesinin uçsuz bucaksız bir hafızası vardı.
Bazen deniz kenarına tutunan bir şehir ile gri karlı bir şehir arasında
bazen kırmızı bir bluz ile haki yeşili bir bluz arasında...

Kimsenin basit,kolay ve yaşanılabilir bir hayatı yoktu ve "O"da bir istisna değildi.

Şikayet etmezdi. Ama haksızlığa göz yummazdı.

Kimsenin yaptığı bir haksızlık ve adice bir davranış yanına kalmazdı. Modern zaman şövalyesiydi. İçinde kılıç tutmak için can atan bir şövalye vardı, ama "o" bunun farkında değildi.

Şövalyelerin zırhı dürüstlük, kılıcı ise inançtı.

Ama bazen ansızın saldıraya uğrayan bir savaşçı gibi zırhını kuşanmadan savaşa gider, sonucunda kendini yaralar, kalbini incitirdi.

Şehirdeki kimse onun kalbi incinsin istemezdi.

Kendisi de istemezdi.

Biz de istemezdik.

"Seçim" yapmak mahalle aralarında bulunan trafo şebekelerinin bir adım yakınana yaklaşmak kadar gerici ve tehlikeliydi.

İçindeki şövalye ise zırhsız ve kılıçsız kalıyordu bu kadim düşman karşısında. Çaresizlik ise seçim kelimesinin altında yazan bir dipnottu.

Bunları düşünürken "o"nun varlığını şehrin bütün kaldırım taşlarında hissettim. Ben ve şehir "o" nu o kadar benmisemiştik ki , içinde onun olmadığı en ufak bir boşluk kalmamıştı şehirde.

Nefes alamıyorduk. Keşke bir an önce geri gelseydi de bizi soluksuz bırakmasaydı.

Dipnotları seçim kelimesinin altında sıralanmıştı ve sokaktan aşağı yürürken her gün bilinçsizce onlarca seçim yaptığımızı düşündüm. Sokaktan aşağı yürümeyi seçmiştim ve ileriye giderken geriye dönmek aklıma gelmemişti.


Bütün bunlar zihnime duhur ederken yürümeye başladığım yere geri döndüğümü farkettim.

Yeni kelimemiz "çember", tamamlayıcısı ise "yürümekti".

Onunla ilgili öğrendiğim bütün gerçekleri düşündüm. Anlatmadıklarını ve benim bilmediğimi düşündüklerini...

Rol yapmaya devam edebilirdim, yada umursamıyor gibi davranmaya. Ben bir şövalye değildim, yalan söyleyebilirdim. Zırhımı almama, veya kılıç kullanmaya da ihtiyacım yoktu.


Kelimeleri ben kontrol ediyordum ve hafızalarını istediğim zaman boşaltabilirdim.

İsimlerin de hafızası olduğunu söylemişti birisi.

"O"nun bir adı var ve insan dilinin çıkarabileceği en güzel iki heceden oluşuyor.

Hecelemek istiyorum, dilim varmıyor ve kulaklarımdan çekerek diyor ki :

"İsimlerinde bir hafızası var, kulağına küpe olsun."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder