11 Aralık 2013 Çarşamba

BÖLÜM 3: MERAKLAR VE GİYSİLER ÜZERİNE




 İnsanoğlunu hayatta tutan, ileri gitmesini sağlayan şey meraktır. İnsanların ateşten önce ilk icat ettikleri şey soru sormaktı. Muhtemelen konuşmayı becerebilen ilk insanın ağzından çıkan ilk kelime "merhaba" değil "neden" sorusu olmuştur ve bu soruyu sorabilen ilk kişide bence ateşi bulup diğerlerine hava atmıştır. Tarihin derin tünellerine girip çıkılırsa dünyanın öbür ucunda birinin yaktığı ateşin gölgesinin bizim hayatlarımıza "merak" olarak düştüğü rahatlıkla görülebilir.

İlişkiler merak etmekle başlar. Birini beğenirsiniz. Özel biri olmasına gerek yoktur. Bazen sadece yoldan geçen birisidir. Bazen sigara içişini beğendiğiniz birinin kim olduğunu merak edersiniz, hangi marka sigara kullandığını, sabahları uyandığında ilk ne yaptığını. Bazen ses tonunu merak edersiniz. Bazense neden hep aksak ve ağır yürüdüğünü. Bazen bu soruların cevabını alır, bazense alamazsınız. Bazıları şanslıdır bu soruların cevaplarını bir ilişki yaşayarak alır, bazıları ise sadece kendi kendine konuşarak.

 Merakımız bu yüzden bize çoğu zaman küçük oyunlar oynar. Aşık olunan veya ilişki yaşanılan kişi ile ilgili merak edilen her ayrıntının kendi içimizde- kendi beklentilermizde-kendi yaşanmamışlıklarımızdaki karşılığını arar, itina ile bulur ve hoşlanılan kişinin oluşturduğu şablon üzerine yerleştiririz. Bir süre sonra tanınmak istenilen kişiye ait elimizde detaylı bir karakter analiz şablonu vardır. Bize göre sabahları uyandığında yataktan hemen kalkamaz. Biraz yatakta tatlı tatlı döner durur. Kahvaltı yapmadan, en azından birkça parça birşey atıştırmadan asla evden dışarı çıkmaz. Güne kahve içmeden asla başlamaz.  Midesi ile ilgili ufak sağlık sorunları olduğu için asitli yiyecekler yiyemez ve bu yüzden öğlen yemek düzenin asla bozmaz. Bu liste üst üste eklenen veriler ile dolur taşar bir süre sonra.

Daha karşıdaki kişi tanınmadan kendi gözlemlerimizden-çıkarımlarımızdan diktiğimiz bir şablon giysi vardır artık elimizde. Sırada bu giysiyi-kılıfı karşıda ilişki yaşanılan kişiye giydirmek kalır. Aslında "bir insanı tanıma" dediğimiz olay ölçülmeden dikilen bu giysinin sevgiliye uyup uymayacağı meselesinden ibarettir.
Bu yüzden ilişkilerin belirli dönüm noktaları vardır. İlk aylar hem karşılıklı tanışma,-hem ruhsal ve fiziksel merakların giderilmesi dönemi olsa da bu evrede her iki tarafta hafiften birbirinin tartmaya başlar. İlk altı ay bittiğinde karşı tarafa giydirilen giysiye bakılır ve giysinin karşı tarafın ruhunda herhangi bir tarafta potluk yapıp yapmadığı kontrol edilir. İlişkide ayrlığa giden yol ise bu giysinin ya dar gelip yırtılması yada bedeninin büyük gelmesinin anlaşılmasından sonra başlar.

Kumral saçlı  ve isminin "A" olduğunu öğrendiğim kadının kim olduğunu beş yıl boyunca merak etmiş ama merakımı doyurma şansını bir türlü bulamamıştım. Bu şansı bulduğumda ise uzun bir ilişkiden çıkmış bir enkaz halindeydim. Yukarıda anlattığım olayı birebir yaşamış ve bundan sonra doğmamış hiçbir çocuğa don biçmeme kararı almıştım. Yani bir başka deyişle ilişkilere, kadınlara tövbe etmiştim. Uzun bir süre kimsenin sorumluluğunu almayacak, arkadaşlarımla gezecek, içecek, bilmediğim kadınlara asılacak ama işi asla ciddi boyuta getirmeyecektim. Ama garip bir şekilde "A" ile tanışabilmiştim. İlk görüşmemizde üzerimden bir panda geçmiş gibi olmuştum. Oysaki buluşmaya gitmeden önce "Tanışırım ne olacak" diyordum "hem zaten benim gibi birini bir kadın nasıl şaşırtabilirdi ki? Değil mi? Hem ne kadar farklı olabilirdi ki". Hayatta büyük konuşmamak gerekiyormuş. Hayat kendine has ince ve zekice yollarıyla bunu bize her fırsatta hatırlatıyor. A konuşmaya başladığında, kelimelerini seçebildiğim ilk o anda daha önce böyle bir kadınla tanışmadığımı farketmiştim. Herşeyi kendine özgü insanlardan biriydi A. Daha önce tanıdığım hiçbir kadına benzemiyordu yada benzetemiyordum. Yaratıcılığımla övünen ben bile böyle bir kadın çizemezdim yazılarımda diye düşünmüştüm günün sonunda. İlk buluşmadan sonra kendi kendime ördüğüm savunma duvarlarımın hafiften çatladığını, kenarlarından su sızdırdığını farketmiştim. A bir nehirdi ve elimden gelen tek şey özgür ve güçlü bir nehire, ince ve cılız bir duvarla karşı koymaya çalışmaktan ibaretti.
 
 O kadar üzüldükten ve yıprandıktan sonra tekrar aşık olamam diyen ben adeta kendi kendime ne kadar yanıldığımı itiraf etmekten kaçıyordum. Bu arada "A" ile mailleşiyor ve birbirimizin gününün nasıl geçtiğinden haberdar oluyorduk. Bir yandan A ile mailleşirken görüşmek için ufak fırsatlar yaratmaya çalışıyordum.

A ile ikinci kere buluşmamız gene Starbucksdaydı. Bu sefer erken gelmiş, içeride,  kapının kenarındaki masalardan birine oturmuştum. Ben oturduktan iki-üç dakika sonra kapının önünde belirmişti. Geldiğinde telefonla konuştuğu için hemen içeri girmemiş, dışarıda konuşmaya devam etmişti. Bu sırada göz ucuyla A'yı süzmüştüm. Gözünde güneş gözlükleri vardı. Saçlarını her iki yandan ufak  bir tutamını  örmüştü. Saçları hafiften omuzlarına düşüyordu. Siyah ve uzun montunun önü açıktı, üzerinde mavi hafif dökümlü bir kazak giymişti. Ona bakınca gökyüzüne bakıyor gibi olmuştum bir an için. Beş yıl sonra "A" ile tanışmak benim için hayal ve gerçek arasında gidip gelen birşeydi. Beş yılın verdiği merak duygusuyla mı onunla görüşüyordum yoksa gerçekten hoşlandığım için mi. Döndüm, önümdeki kahvemden bir yudum aldıktan sonra tekrar A'ya doğru baktım, tekrar gökyüzünü gördüm.

Tao inanışına göre hayatımız, uzaklarda bir yerlerde ağacın altında uyuyakalmış yaşlı bir adamın rüyasından ibarettir. Bu yüzden yaşamın gerçek mi yoksa hayal mi olduğuna asla karar verilemez. Bu bağlamda büyük resmin tamamına bakıldığında hayatta gerçek sanılan çoğu şey hayal, hayal sanılan çoğu şey ise gerçek olabilir. Bu yüzden çekilen bütün acılar, yaşanılan bütün mutluluklar ve yenilgi ve zafer anları  menfidir.

A masaya oturduğunda aklımdan tam bunlar geçiyordu. A'ya tekrar baktım. Onun gerçek mi hayal mi olduğunu düşündüm. A'nın varlığı hayalse güzel bir hayal, gerçek ise sonsuz bir gerçekti. Sonra A telefonu masaya bırakırken sağ elini istemsiz olarak masaya doğru uzattı. Uzun güzel parmaklarına bakarken orada duran nişan yüzüğüne baktım. Hayat hem gerçek hem hayal olabiliyordu. Peki ya nişan yüzükleri ?