31 Mart 2013 Pazar

Kusurlu Kusursuzluk



“Dear A,  at what speed should  i live  to  see you again ?”

            Bazı kelimeler, cümle içerisinde kullanıldığında anlam kazanır. Bazı cümleler ise onları heceleyen bir sese sahip olduğunda hayat bulur.  Bu yüzden  “A”nın dilinden düşen kelimelerin hepsi hayata dairdi ve hayat doluydu.
“A” kaldırım çizgilerine basarak yürürken biraz önceki cümleyi Türkçe düşünmeyi denedi. Ama anlamı havada asılı kaldı. Başka bir dilde söylenmiş bir cümlenin anlamı, bir başka dile geçildiğinde anlamsız ve karşılıksız kalıyordu.Sanki cümlenin etrafı ipek bir koza  ile çevrilmişti ve cümle, sadece yazıldığı dilde telafuz edilirse, başkalaşım geçirerek kanatları rengarenk olan bir kelebeğe dönüşebilecekti.
“A” adımlarını sıklaştırarak yürümeye devam etti. Yürürken cadde üzerindeki apartmanlara asılı ilanlara baktı. Yüzlerce dil kursu vardı.  Zihni bu savunmasız anını yakaladı ve ve Dünya üzerinde konuşulmakta olan 3500’e yakın dili düşündü. 3500 dilde söylenmiş ve birbirine çevrilemeyecek onlarca cümleyi düşündü.  Aynı anlamı ve aynı duyguyu başka dillerde veremeyecek onlarca cümle için yas tuttu.  
A hayatının büyük bir bölümünde kendini doğru şekilde anlatamama korkusuyla yaşamıştı. Sorun seçtiği kelimelerde, her bir duyguyu en ince ayrıntısına kadar belli eden mimiklerinde veya gülümsediğinde açan gamzelerinde değildi. Sorun düşündüğünde dudaklarını içeriye doğru hafifçe bükmesinde, bir soru sorduğunda başını hafifçe öne ve sağa doğru eğerek konuşmasında veya şaşırdığında gözlerini açarak gülümsemesinde hiç değildi. Sorun konuşurken  sıklıkla el hareketlerini kullanması ve parmaklarının ince, uzun ve şekilli olması değildi. Hatta baş parmağının, diğer parmaklarına kıyasla daha uzun olmasının da bununla hiç alakası yoktu.
Sorun insanoğlunun konuştuğu 3500 dilin hiçbirinin A’nın yüz hatları kadar zengin bir kelime dağarcığına sahip olmamasındaydı.  “A” kendini anlatmak istediğinde, kelamını anlatacak doğru “sözcüğün” icap edilmediğinden dem vuruyordu.
Yolda yürürken “A”’nın ayakkabı bağcığı açıldı. Hani olurdu ya, en sıkı bağladığınız bağcık hep çözülürdü. Yolun sağında veya solunda,  hep sizin yürüdüğünüz taraf kalabalık olurdu.  Yolda hızlı hızlı önüne bakmadan yürüyebilen onca insan varken hep sizin ayağınız takılır, tökezlerdiniz.
Bunları düşünürken rüzgar “A”nın yanaklarından aktı, kusursuz yüz hatlarının arasından esip özgürlüğüne kavuştu. 
“A”ya göre hayatta yaşanılan hiçbir şey tesadüf değildi.
Ve bu yüzden o akşamüstü kusursuzdu…