13 Eylül 2011 Salı

Mütemadiyen


“Yapraklı takvimler kullanılırmış vakti zamanında; birinci kalite saman kağıdına basılmış el büyüklüğünde kağıt parçaları. Ardı sıra üst üste bindirilerek ustaca zamklanmış kağıtlar.  Hikayeler anlatılırmış el kadar kahverengiliklerin üstünde, bazense tarihi olaylar. Bu o zamanlarda günün “beni unutma” deme şekliymiş.  Unutmanın değil hatırlamanın marifet olduğu zamanlarmış eskiden. “



Masanın ucunda duran sigara paketine uzun uzun baktı E. Paket oturduğu sandalyeden iki kol kadar uzaktaydı. E’nin kolları ince ve yeterince uzun değildi.  Mesafelerle ilgili tembelliği gene üstündeydi ve sırf bu yüzden sigara içmekten vazgeçti.  Keşke hayatta üşendiği için vazgeçtiği her şey bu sigara paketi kadar önemsiz ve değersiz olsaydı. Onun yerine biri sigara içmeye geldiğinde paketi ondan istemek geldi aklına.  Bu aralar mesafelerle ilgili sıkıntısı vardı E’nin.  Son zamanlarda şehirlerde, insanlarda birbirine o kadar uzaktı ki, yakın mesafeleri göremez olmuştu.  Masanın üstündeki kırmızı ciltli kitaba başını dayayarak uyuklamaya çalıştı, olmadı.  İçinde biriken bir sıkıntı vardı. İçinde biriken sadece sıkıntı değildi. Bu aralar bütün duyguları yağmurdan kaçan kuşlar gibiydi, kaçakları  içindeki  küçük ve daracık yuvalarda biriktiriyordu, nefret, kıskançlık, sinir, haksızlığa duyulan isyan, mutluluk, neşe ve diğerleri…  Birşeyler anlatmaya çalışmak o kadar beyhude ve yorucu geliyordu ki, kelimeler çoğu zaman dilinden yuvarlanıp da dışarıya çıkmıyordu.  Anlatmak istemiyordu. Sadece anlatmadan anlaşılmak.  Sigara paketine tekrar dönüp baktı.  Ama anlatmayışının sebebi tembellik değil de başka bir şeydi, işte o başka bir şeyin ne olduğunu E’de tam olarak bilmiyordu.

Uyurken giydiği giysileri hala üzerinden çıkarmamıştı. Açık yeşil askılı bluzu ve siyah yandan çizgili mini şortu vardı.  Sigara içme faslını sonraya bırakarak son bir güçle ayağa kalkıp esnedi ve banyoya doğru yöneldi. Kokulara olan özlemini pekiştirmenin zamanı gelmişti. Kendine ait bir kokusu vardı E’nin.  Parfümünü ve duş jelini satan gizemli satıcı ; “ Bu parfüm şehirde bir tek sizde olacak” demişti. Öyle de olmuştu.  Başka birinin bu parfümü kullandığını daha önce görmemişti.  Duşa girip uykusunu açmaya karar verdi. Ilık su vanasını çevirip sol eliyle suyun sıcaklığını kontrol etti. Eli üşüyünce azıcık kırmızı hareli musluğu çevirdi, su ısındı.  Her şey bu kadar basit olsaydı keşke diye geçirdi içinden E. Hayatta onun için bazen ılık bazen de soğuk olsaydı ya.  
                Duş alıp saçlarını kuruttuktan sonra saat öğleden sonrayı geçmiş, akşam üstüne yaklaşmıştı.  Sene içinde bu düzene alışık değildi E.  O yüzden biran önce toparlanıp dışarıya çıktı.  Çıkmadan önce parfümünü süründü.


                                                                              ***


Zamanın akıp gittiği ve arkasından koşsan dahi asla  yakalanamayacağı söylenir. Budist ve taoist rahiplere göreyse zaman uzun bir spiral yaydan ibarettir ve bir süre sonra kendini tekrar etmeye başlar.  Taoist yazılardan bu konuyu araklayan “best seller” yazarlar ise zamanı yatak yayına benzetirler ve yukarıdan dikine bir çizgi çizildiğinde  spiralin birden çok yerden keseceğini önerirler. Bu zamanın paralelliği ile ilişkilendirilir ve ruhun aynı anda üç farklı zaman diliminde farklı vücutlarda varolabileceği teorisini ortaya atarlar. 
Eski medeniyetlerdeki takvimlerde ise durum biraz farklıdır. Aylar ve yıllar doğada bulunan hayvanlar ile simgelenir. Bu ayları ve yılları hatırlamanın en etkili yollarından biridir. Bir kişinin doğum tarihi anlamsız sayılar ve rakamlar yerine  semboller ile belirtilir. 

Bu teorilerin ise  E için hiç bir önemi yoktur.  Zaman akıp giden bir rüzgardır ve E’nin ufak güzel parmaklarının arasından uçup gider.  Takvim kullanmaz E. Ama sanki zamanın resmini yapmak istiyormuş gibi her anının fotoğrafını çeker ve saklar.  Bilgisayarını açtığında her yıla ait düzenli fotoğraf klasörleri bulunur. Unutkandır E ve bundan nefret eder. Unuttuğu için değil ama unutmak istediği olayları unutmayıp da küçük olayları unutabildiği içindir.  Yaşadığı anları biriktirir aslında E. Unuttuğu güzel anlar olursa tekrar hatırlasın diye bakar onlara.  Hikayeleri vardır aslında E’nin kafasında. Her resmin bir hatırası vardır ve bu eskilerin kullandığı yaprak takvimin E versiyonudur. Tek fark ise takvim üzerindeki hikayeyi E’den başkasının okuyamamasıdır.

E için ise zaman asla geriye doğru akmayan bir nehir gibidir ve nehir yolu sonunda çağıldayan bir şelaleye açılır. Zamanın akışını kontrol edemediği için en çok da ondan korkar Durduramayacağını bilir E zamanı. Hayatındaki olayların bir çoğunu istediği gibi şekillendirebilmiştir E. Ama zamanda E’nin kendisi gibi bir istisnadır.

Sinemada tuvalete gittiği için en duygusal sahneyi kaçıran talihsiz seyirci gibi hisseder kendini E.  Aynaya bakar güzel ela gözleriyle E ve karşısında harika bir kadın görür. Ama gördüğü kadın hep aynıdır. Büyüdüğünü anlamaz E. Birileri ona fısıldar, büyüdün harika bir kadın oldu diye. Beş yaşını hatırlar E ve aynada kendini izleyişini. Hatırladıkça tekrar ayna karşısına geçer ve aynı 5 yaşındaki çocuğu görür.  Aynalar yalan söyler. Kıskançtırlar ve hasettirler. Aynanın ne önünde ne arkasında zaman yoktur ve E’nin hep aynı görüntüsü asılı durur.  E zamanın akışını aynadan izleyemez ama resimler aynalar gibi iki yüzlü değildir.  E zamanı hapseder.  Zaman ile aralarındaki savaşta E’nin yaşadığı ufak zafer anlarıdır bunlar.  E her fotoğrafta  ayrı bir zaferini kutlar. 

E şehirdeki en güzel kadınlardan biridir ve kendisi de bu durumun farkındadır. Şehirde B isminde bir yazar çocuk vardır ve E’nin aynadaki görüntüsüne değil ama mavi boşluğun altındaki görüntüsüne aşıktır. E zamandan tekrar ürker. B şimdiki zamanda gezinen E’ye aşıktır. Gelecek zamandaki E’yi de sevecek midir acaba B? 
E cevapsız sorulardan ve belirsizliklerden nefret eder
E’yi tipik bir öykü yazarından ayıran en önemli özellik kağıt ve kalem kullanmaması ve geleneksel yöntemlere karşı çıkmasıdır. Zehir gibi bir aklı vardır E’nin ama her nedense insanlardan saklar bunu. 

Ama E’nin başının iki yanında parıldayan ela renkte iki yıldıza yeterince dikkatlice bakarsanız şeffaflığın rengini de görebilirsiniz.


                                                                                                              ****

E kafeye girdiğinde nereye oturacağını biliyordu ve kararsız kalmamıştı.  O kadar boş masanın içinden sanki bir tanesi ona özel ayırılmıştı. Kafenin bahçesine girildiğinde kırmızı şemsiyenin altında sarmaşıkların ve yaprakların hemen arkasındaydı.  Kırmızı şemsiye altına üç masayı alacak kadar büyüktü ve  tentesinin altındaki destek parçalarına şeffaf bir mumluk ve melek figürü asılmış, rüzgarla birlikte salınıyordu.  Resmini çekmek istedi ama yapmadı. Bazen böyle olurdu işte,  büyü bozulsun istemezdik.

Elif gördüğü ve duyumsadıklarını kelimelerle tasvir edebilmeyi çok isterdi. Doğru duygular için doğru kelimleri kullanmak bir marifet işiydi ve elif en çok da kendini doğru şekilde heceler ile ifade edememekten yakınıyordu.  Yazar olmayı çok isterdi, yada bir yazarın kafasını yaşamayı. Algılama insanın objelere ve olaylara verdiği tepkidir ve insan yaşamının temelini oluşturur. Herkesin yaşadığı dünyayı algılaması farklıdır, E’nin ki ise bambaşkadır.  E kafeyi en iyi tarif etmenin yolunu fotoğrafını çekmek olduğunu düşünüyordu ki  B kafenin girişinde göründü. Masaya geldi E’ye daha önce hiç sarılmamış gibi sıkı sarıldı. 
“Kitabı yazmaya başladım sonunda” dedi B.
“Aa nasıl karar verdin?” diye sordu E.
B, E’nin gözlerine baktı.
E sorunun cevabını biliyordu.
                                                               ****






Saat gece bir buçuk olmuştu ve hala göz ucuna iliştirebileceği bir uyku kırıntısı yoktu. Biraz içki uykusunu getirebilirdi. Evde tek başına içmekten nefret ederdi üstelik. Dışarıya çıkıp barlar sokağına gitmeyi düşündü. Hafif karlı bir Cuma gecesiydi ve barlar muhtemelen tıklım tıklım dolu olacaktı. Belki yazabilecek bir şeylerde aklıma gelir diye düşündü B. 

Kapıdan dışarıya çıktığında hafif karlı havanın yerini ağır bir kar yağışına bıraktığını gördü B. Ellerini siyah-gri montunun cebine iliştirerek yürümeye koyuldu. Dışarıda pek kimse yoktu ve apartmanın önündeki kar örtüsü üçüncü kişilerin ayak izleri tarafından bozulmamıştı.  Uzun zaman sonra B ilk kez kendini bu şehirde yalnız hissetmişti. İçi rahatladı. Yalnız kalmayı seviyordu.  Ruhunu besleyen biraz yalnızlık, biraz anlamsız hüzün ve birkaç da gülümsemeydi.  İhtiyacı olanı bundan fazlası değildi. Ne eksik ne fazla.  Apartmandan sonra  dört blok yürüdükten sonra ana caddeye çıkıp yürümeye başladı. Gökyüzünü kırmızı bir gri kaplamıştı ve kar beyaz noktacıklar halinde bu manzarayı süslüyordu.  Ankarayı bu kadar güzel yapan buydu herhalde. Kar manzarasını izleyerek yürümek. Sigara kullanmıyordu B, ama ilk kez bir sigara yakıp dumanını boşluğa üflemek istedi.  Ayağıyla kaldırım taşları arasında sıkışıp kalan kar taneleri tıpkı kafasındaki düşünceler gibi her adım atışıyla birlikte dağılıp gidiyordu.  Cebinden ufak kahverengi defterini çıkarıp aklına gelen birkaç satırı not etti. Yazmaya başlamıştı bu aralar. Aynalardan nefret ederdi, resimlerden de. Gerekmedikçe resim çektirmez, vesikalık resimlerde ise sahte bir gülümsemeyle bakardı objektife. Tipiyle ilgili bir sorunu yoktu, yada aşağılık kompleksi. Sadece böyleydi. Saçının siyah, gözünün siyah olması kadar doğal bir olguydu. İnsan saçının neden kıvırcık yada neden siyah olduğunu düşünmüyorsa, bunu da düşünmemeli derdi soranlara. Kimse anlamazdı onu ama anlıyor taklidi yaparlardı. Bilselerdi ne kadar bu soruların beyhude olduğunu .

Bara girdiğinde içerisini beklediğinden daha az kalabalık buldu.  Sahnede akustik gitar çalan bir kız vardı ve B’nin dikkatini ilk çeken kızın sıkı göğüsleri olmuştu. Sesi barın içinde yankılanıyor, giriş kapısının yakınında ise uğultuya dönüşüyordu.  Barın ortasına doğru doğru yüründüğünde ise ses oldukça netleşiyordu.  Billur gibi berrak bir sesi vardı akustik gitarıyla şarkı söyleyen kız. Koyu kumral saçları akçaağaçtan yapılmış gitarının üzerinde sağa ve sola salınıyordu.  B’nin kumrallara karşı büyük bir zaafı vardı ve bu ayrıcalıkların arasında şarkı söyleyen ve yazar olanlar ise bambaşka bir yerde duruyordu.  Tam bu esnada sahnedeki kız  Joss Stone’dan “You had me” şarkısını çalmaya başladı. Sahnedeki kızın Joss Stone’a bu kadar benzediğini ilk o an fark etti. Dolgun dalgalı saçları ve oldukça şekilli yuvarlak bir burnu vardı. Her nefes alışı sonrası kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıyordu.  Hoş bir tiki var diye düşündü B, bara doğru yaklaşıp kendine bir kahveli bira söylerken.  Bira içilebilecek derecede soğuktu. Elinde tuttuğu bira ne kadar soğuk olursa kahve tadı o kadar belirgin oluyordu ve ısınınca hiçbir halta yaramıyordu. Küçük şişede yapmalarının sebebi bu olsa diye düşündü B büyük bir yudumu ağzında yuvarlarken.

“ Fincanda içseydin daha çok kahve kokardı herhalde”
B oturduğu bar taburesinden başını çevirmeyerek ; “ Alkollüsü de fena değil.” Diye cevapladı. Kadın sesi  vazgeçmedi.
“Tadı güzel mi bari?” diye sordu.
“Fena değil, denemek ister misin?” dedi ve kadına doğru dönerek elindeki siyah bira dolu şişeyi uzattı. Kadın 1.70 boylarında ince belli kısa küt saçlı bir kumraldı. B kadının saç kesimini beğendi. Arka taraftan kısa başlayan saçları öne doğru katlanarak uzuyor, saçının ön tarafı ise çenesini hafifçe geçiyordu.
“Kahveyi pek sevmem.” dedi  kadın.
“Bu şehirde herkes kahveyi sever ama.”
“Ben bir istisnayım demek ki.”  Diye cevapladı kadın birayı eliyle öne doğru uzatarak “Daha sert bir şeyler içelim.” dedi, ardından barmene bir el işareti yaptı. 
“ Seni baştan uyarayım, içkiye karşı zaafım var ve uyarayım benden faydalanmanı istemiyorum.” Dedi B ufak ama alaycı bir gülümsemeyle.
“Korkma canını yakmamaya çalışırım.” dedi kadın aynı şekilde karşılık vererek. “Adın ne senin?”
“F” diye cevapladı B. İsminin F yada B olmasının bu kadın için hiçbir önemi yoktu. Kadın tek gecelik bir macera arıyordu ve maceralar anlatıldığında isimlerden değil yaşanılanlardan bahsedilirdi.
“Ne iş yaparsın sen F?”
“Yazarım, öykü ve arada sırada birkaç deneme.”
“Kitabın var mı ?”
“Hayır ama şu an başyapıtım üzerinde çalışıyorum.”
“Burada mı?” diye sordu kadın.
“İlhamın ve yaratıcı düşüncenin nerede geleceği hiç belli olmaz. Bu arada insanlar seni nasıl çağırıyor? Bir adın var değil mi?”
“ Adım Y ve insanlar beni böyle çağırır.”
“Hatırlamaya çalışırım adını.”
B önüne gelen sodalı  viskiyi fondip yapıp boş bardağı bar masasının üzerine bıraktı. Garson yenisi isteyip istemediğini sorduğunda ise elinin tersiyle istemediğini işaret etti.
“Kadınlara karşı hep bu kadar ilgisiz misin? Yoksa sorun benimle mi ilgili?” diye sordu F.
“ Gitar çalan kızı görüyor musun? Yaptığı işe ruhunu veriyor, tutkuyla söylüyor. Anlatacak o kadar çok şeyi var ki, her şarkı bir hikaye, her hikaye ise bir şarkı. Yaşanmışlıkları ise oktavı ne azalan ne de kalınlaşan bir ses gibi, uzayıp gidiyor.  Senin vücudun dışında bana önerebilecek neyin var ?” dedi B.
F karşısındaki bu adamın küstah davranışları karşısında hem sinirlenmiş hem de tahrik olmuştu. Reddedilmek kadın ruhunu ve arzusunu kamçılıyordu.
“Bu gece hikayemi dinle. Yarın yazılmaya değer olup olmadığına karar  verirsin?”
“Olmaz.” Dedi B, kadının saçlarının ucunu okşayarak.
“Neden?” diye sordu F.
“Bir ömür boyunca yazabileceğim kadar çok hikayem var.” Dedi B.
“Kim bu şanslı kadın?”
“Resimlere geçmişini sığdırmaya çalışan bir kadın.”
“Resimlere mi?”
“Resimlere.”
“Adı ne peki?”
“Adının bir önemi var mı sence? Ama çok merak ediyorsan onun adı E.”
“Kimseyi umursamıyorum.” Dedi Y. “Bu gece benim ol, ömrünün geri kalanında onun olursun.”
“Anlamıyorsun değil mi?” dedi B. “Bir yazar öyküsüne aşıksa onu yarım bırakıp gidemez.”
“Ama seni yarım bırakıp gidenler oldu.”
“Evet oldu.” Dedi B.
“Canın yandı mı çok?”
“Hem de çok.”
“Ya öyküsünü yazmanı istemezse E. Beni reddetiğin için pişman olmaz mısın?”
“ Günün birinde istemezse yarım öyküleri olan bir yazar olurum ve ikinci el yazarlar piyasasında bir artık olurum.”
“Saçma bu”
“Bencede” dedi B. “Ama E olmasaydı daha saçma bir hayatım olurdu.”
“Her kadın eninde sonunda yaşlanır. Çirkinleşir.” dedi Y.
“Öykü kahramanları asla yaşlanmazlar.” Dedi B “ O yüzden gitse bile E hep öykülerimde benimle kalacak.”
“Sen bir zavallısın” dedi Y.
“Aşık insanlara öyle derler.”
Y arkasını dönüp bardan çıkarken B, yeni öyküsü için aradığı ilhamı bulmuştu. Cebinden kağıdını çıkarıp karalamaya başladı.

Keyfi yerindeydi ve öyküsünü yazarken daha mutlu olmak için dileyebileceği tek şey, günün birinde E’nin binlerce pikselden ve renkten oluşan hikayelerinin baş kahramanı olmaktı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder